turgutkocak2022@gmail.com

GENEL BAŞKANIMIZ TURGUT KOÇAK YOLDAŞIN YAZILARI

"HER GÜN"



YAŞANDI VE BİTTİ Mİ?

TURGUT KOÇAK (TSİP GENEL BAŞKANI)

21 ARALIK 2022

Çok konuşuldu, çok yazıldı. Her yıl 19 Aralık günü Maraş katliamını ananlar andı. Anmayanlar anmadı, bu katliamı belleklerinden silip atanlarsa şimdi başka bir boyutta başka öykülerin içinde buldular kendilerini. Oysa 210 ev yakılıp yıkılmış, Kürt ve Alevi resmi rakamlara göre 120 Maraşlıların dile getirdiklerine göre 500 yurttaşımız canlarını yitirmişti. Katliam o kadar korkunçtu ki anaların karnındaki bebeler bile süngülenerek öldürülüp katledilmişlerdi.

Olayların başlaması ise Ülkücü Gençlik Derneği Maraş Şube Başkanı Mehmet Leblebici ve İkinci Başkan Mustafa Kanlıdere’nin emriyle şu bildiğini Ökkeş Kenger adındaki ülkücünün bir sinemaya attığı bomba ile katliamın fitili çekilmiş, korkunç olaylar yaşanmıştı ki bugün bu olayın üstünden 44 yıl geçmiş. Diğer başka olaylar gibi Maraş katliamı da 12 Eylül generallerinin darbe yapma gerekçeleri arasında yerini almış, bu kişilerden 804 faşiste dava açılmıştı. Bu davalardan 24 idam, 7 müebbet, 321 de 1-24 yıl arasında cezalara çarptırılmıştı. Değişen bir şey olmadı çıkarılan “Terörle Mücadele Yasası” ile birlikte 1991 yılında hepsi serbest bırakıldılar.

Uluslararası bağlantıları olan ve kendilerini “devletin sahibi” olarak nitelendiren kontrgerillacılar ülke içinde zaten ülkücülerden başlayarak komünizmle mücadele altında zaten toparlanıp bir güzel örgütlenmişlerdi. Yeri geldikçe de bu gerçeği devleti yönetenlerin ağzından az işitmedik hani. Bir düşünün Ecevit bile bu örgütlenmenin hedefindeydi. Bu yüzden de Maraş katliamı tam da Ecevit’in iktidarda olduğu zaman yaşandı ve İrfan Özaydınlı da Ecevit’in İçişleri Bakanıydı. Özetle kullanılmaya en uygun topluluk olarak seçilen ülkücüler diğer başka olaylarda olduğu gibi Maraş katliamının da ön önemli sanıkları olarak tarihte yerlerini aldılar. Eh bakınca dinci, gerici ve faşist çevrelerin ülkenin laik, demokratik bir devlet anlayışı ile yönetilmesine ne kadar karşı olduklarını bütün çıplaklığı ile görüyorsunuz.

Aynı öykünün içinde AKP ile birlikte iktidar olan FETÖ’cüler de var. Hatta bunlara da Komünizmle Mücadele Dernekleri kurdurulmuştu. Özetle 3 Kasım 2002 tarihinde iktidara gelen AKP ve onlarla can ciğer kuzu sarması olan FETÖ’cü ortakları ise tam anlamıyla hem demokrasi düşmanıydı hem de uluslararası bağlantıları olan CIA’nın bir uç beyi gibi görev yürütüyordu. Bu ortaklık nasıl başladı nasıl sürdü nasıl bitirildi zaten biliyoruz. Bu çevreler devlet içinde hemen her kademede öyle bir yuvalandılar ki ordunun bile en üst kademelerine kadar tırmanmayı başardılar. Yargıda, valilik ve kaymakamlık makamlarında, eğitimde, sağlıkta el atmadıkları yer bırakmadılar. Ekonomik olarak öylesine bir güç kazanmışlardı ki bunların bankaları bile vardı. Her biri bir holding sahibi olarak karşımıza çıktılar ve medyada bir güce dönüştüler. Devletin olanaklarıyla Karunlaşıp büyüdükçe büyüdüler.

Erdoğan’la iktidar paylaşımı yüzünden araları açıldı. Onlar devletin her kademesine yerleştikleri için iktidarla ilgili öyle çok bilgiler topladılar ki son kertede bu bilgiler tek tek ortaya konulunca 17/25 Aralık tarihinde geriye dönülemez olaylar peşpeşe geldi. Bununla birlikte ortada yine de “Ne istediniz de vermedik” diyen bir Recep Tayyip Erdoğan vardı ki uzlaşma yollarını bulmak için çok uğraştı. Sonuçta iş darbe yapmaya geldi dayandı. Neler olduğunu ise unutmak zaten olanaksız. İktidar bu kez Fetö’cülerin elini bırakmıştı ama sırada başka tarikat ve cemaat, dinci dernek ve vakıflar vardı. Onlar da aynı anlayış içindeydiler hatta fazlaları vardı eksiklikleri yoktu. Ayrıca bu iktidarın bir de içli dışlı olduğu Mafyatik anlayışlar vardı ki bugün kendileri ile yollarını ayırdıkları ile neredeyse savaş halindeler.

Unutmayalım bu ülkedeki hukuksuzluk arşı âlâya yükseldi. Avukat Selçuk Kozağaçlı ve arkadaşları niçin içerdeler? Gezi olaylarından aklananlar yeniden yargılandıklarında niye akıl almaz cezalara çarptırılıp içeri atıldılar? Kavala, Selahattin Demirtaş’a kurulan kumpas neyin nesi? Say say bitmeyecek kadar çok bir sürü hukuksuzluk niye gözlerimizin içine batırıla batırıla yapılıyor? Son olarak Ekrem İmamoğlu’na verilen 2 yıl 7 ay 15 gün ceza ve siyaset yasağı nasıl açıklanabilir? Bakıyoruz da bir sürü AKP ve saray tantanacısı yazarçizer bu olayda Erdoğan’ı neredeyse zarar gören tarafta ilan ediyorlar. Oysa Erdoğan’a karşın bütün bunlar yaşanır mıydı acaba diye sorarsanız yanıtı koskoca bir asladır.

Hüseyin Zengin kim? İmamoğlu davasının Samsun’a sürülen eski yargıcı. Cezayı basan yargıç ve ortada dolaşan savcı ortada değil mi? Burada şimdi hukuk mu işletildi yoksa vicdan mı söz konusuydu? Neler yaşandığını uzatmaya gerek yok. Olup bitenlerin sorumlusu da ortada, iktidarı ne pahasına bırakmak istemeyenler de. Şimdilerde kimi çevrelerde aynı zayıflıklar ve cıfıt oyunları devam ediyor. “Hele seçimleri bekleyin” diyenlerin inandırıcılığı ise hiç mi hiç yok gibi. Bu ülke işçisi, emekçisi kısaca tüm halkı onca oyunu yaşamış ve onca bedeli ödemişken bir kez daha aynı oyunun kurbanı olmak gibi bir gaflete düşülemez. Ya bunlar gönderilmeli ya gönderilmeli. Sınıf mücadelesi ve sosyalistlerin asıl amacı buraya odaklanıldığında rafa kaldırılmış olmaz.

Aksine daha da yükselen bir yolun kapısı açılmış olur ki biz hiçbir mücadeleden geçmişi de bir kez daha anımsayarak vazgeçemeyiz o kadar…
 


TURGUT KOÇAK YOLDAŞIN "HER GÜN" BAŞLIKLI ÖNCEKİ YAZILARI

ANA SAYFA