KORKU, YOKSULLUK, HİÇ Mİ HİÇ KORKMADIĞIMIZ AKP VE
SARAY İKTİDARI
TURGUT KOÇAK (GENEL BAŞKAN)
12 KASIM 2021
Durmadan yoksulluktan söz ediliyor. Söz ediliyor
çünkü bunun bir propaganda etkisi var. Ancak günümüzde yaşanılanlar
öyle belirgin hale geldi ki kimseye yoksulluktan söz etmeseniz de
olur. Olur, çünkü herkes yoksulluğun ne demek olduğunu ve acısını
doğrudan hem de en ağırını yaşayarak iliğinde kemiğinde duyumsuyor.
AKP iktidara geldiği günden başlayarak yoksulluğu yönetmek için özel
çabalar içine girdi. Böylece de istediği gibi at oynatacağını anlar
anlamaz ne gerekiyorsa onu yaptı. Bir başka konu da şudur. AKP
iktidara geldiğinde tabi ki de korkunun toplumu nasıl tutsak
alacağını biliyordu ama bu yönde adım atacak konumda değildi. Çünkü
bu yolla devam edilirse ortaya çıkacak olan tepkilerden çekindiği
için daha cüretkâr davranışlara girişmedi. Sonra sonra iktidarını
sağlamlaştırdıkça işin rengi değişti. AKP iktidarı artık devlet ve
devlet gücü demekti ki yurttaşlar da zaten böyle bir gücün
karşısında el pençe divan dururlardı. Böylece de AKP ve saray
iktidarı korku ikliminin egemen olduğu bir döneme atlamış oldu. Bu
nedenle de hemen her kesimi kolaylıkla tehdit edebildiği gibi
etmekle kalmıyor aynı zamanda da harekete geçerek gereğini bal gibi
de yapıyor.
Şimdi bir yandan korku diğer yandan da yoksulluk toplumun içi içe
yaşadığı bir noktaya çıkmış bulunuyor. Buradan yürünerek her bir
şeyin kolaylıkla yapılabileceğini görmüş olan iktidar ister istemez
iktidar uygulamalarını her şeyi ama her şeyi hiçe sayarak
gerçekleştirme aşamasına geldiğini düşünüyor olmalı ki en uç
tehditlere kolaylıkla yönelebiliyor.
Yoksulluk üzerinde durmayacağız çünkü bu konuyu kime mikrofon
uzatsanız takır takır anlattığını görüyoruz. Korkuya gelince;
muhterem için hasta mı dediler ne arkasından twit atan kim varsa
polis kapılarına dayandı. Cumhurbaşkanı’na hakaretten doğru yargı
önüne çıkarıldılar. Bugüne kadar Erdoğan’ın kendisiyle ilgili açtığı
davanın sayısının 2 yüz binlere yaklaştığı söyleniyor. Bu ortalığa
korku salmak değilse nedir? Ya da ne bileyim, olmadık bir zamanda ve
saatte herkesin kapısına polis gelip dayanabilir. Daha ne olduğunu
bile anlamadan bir de bakmışsın ki kodesi boylamışsın. Sorgusuz,
sualsiz ya da ne bileyim keyfi denilecek nedenlere dayanılarak
bilmem kaç yılını rahatlıkla içerde geçirebilirsin. Kimin ne
güvencesi var. İşinden de olabilirsin, ekmeğinden de. Baksana bir
belediye başkanı ve ne heriflerse kanaat önderleriymiş belediyede
bir mahkeme bile kurup yurttaşı Korgan ilçesinden kovmaya bile
kalkacak kadar cüretliler. SADAT’ı cirit atıyor, içerden çıkan
mafyası Bahçeli’nin elini öperek emrindeyiz selamı çakıyor. Yani
işin özeti ortalığa korku iklimi tam anlamıyla egemen gibi ama
burada da bazı asiler hır gür çıkararak iktidarın teslim alma
politikasına çomak sokuyor. Yahu ne diyebiliriz ki köylüler alınıyor
helikopterden atılıyor yine kimsenin kılına dokunulduğu yok. Daha
korku konusunda ne konuşulabilir ki değil mi?
Görüldüğü gibi kitleler iyice canından bezdirilmiş durumda. Denize
düşmüşler ki yılanı görseler ona da sarılacaklar. Sıradan pek çok
insan bu noktaya gelmiş fakat gerçek kurtuluş seçenekleri olan
sosyalizme yönelenlere tek tük rastlıyoruz. Yani insanımıza
kötülüğün ehven olanı bile kabul ettirilmiş.
Biz sosyalistler ise geniş halk yığınlarının ufkunda bile belirmemiş
olan bir kurtuluştan söz ediyoruz. Üstelik de bazı kesimlerin
ellerinde bulundurdukları her türlü araçtan ve olanaklardan da
yoksunuz. Adama böyle kurtulamazsınız deseniz ne olur demeseniz ne?
Mücadele içinde yer alıp bunca zahmete katlanmaktansa hemen her
şeyin değişeceğini, bilmem şu kadar zamanda şunlar şunlar olacak
diyenleri dinlemesinler de bizi mi dinlesinler. Neymiş? Biz onlara
diyoruz ki düzen kökten değişmedikçe değişen bir şey olmaz. Evet,
doğrudur da bu doğru bizim doğrumuzdur. Ne zaman yığınlara ulaştık
da bizim doğrumuzu onların da doğrusu haline getirdik? Şu an kaç
koldan sol ve sosyalist partiler bunları anlatmak için değil, sadece
asgari örgütlülük yaratmak için yollardalar örneğin yarından
itibaren arkadaşlarımla bizler de yollarda olacağız. Sık sık kardeş
partilerle aynı illerde karşılaşıyoruz. Onlar da bizim gibi asgari
örgütlülük peşindeler.
Yukarıda söyledik, onca olanaklardan yoksunuz. Bu yoksunluk elbette
bizim yığınlara ulaşıp derdimizi anlatmamızı zorlaştırıyor ama bu
işlerin de asgari örgütlülükle yapılabileceğini kim düşünebilir ki?
Şahsen Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) olarak bizim bu düşünce
aklımızın köşesinden bile geçmiyor işte bu yüzden Lenin’in sözünü
ettiği partiden söz ediyoruz etmesine de bu iş de sanki o kadar
kolay mı?
Hep hele bir durun, şu kötülükten bir kurtulalım sizin dediğiniz de
gündeme gelir diyenlere çok rastlıyoruz. Gerçekten de en küçük
şeyler bile halkın içerisinde yankı bulurken bizim söylediklerimiz
niye yankı bulmaz acaba? Sosyalizmi isterken veya savunurken çok mu
hayalciyiz. Vallahi ne yalan söyleyeyim ben hayalci yanıma
bayılıyorum. Bayılıyorum çünkü kaç kez bizi kaldırıp yere vursalar
yine de kalkıp bunlarla mücadele ederiz, ederiz de niye bizim beylik
sözlerimiz Kılıçdaroğlu’nun asgari ücretten vergi alınmasın,
elektrik paralarından TRT fonu kaldırılsın sözünün kitleler üzerinde
bıraktığı etki kadar etkisi olmuyor? Hem ne olacak ki bu denilenler
olursa? Zamlar, geri mi alınacak, herkesin işi, aşı, eğitim ve
sağlık sorunu çözüme mi kavuşacak? Değil de bizler; hele bir bunlar
gitsin sözlerine kolayca kurban edilebiliyoruz. Peki, bizim
yetersizliğimizi nasıl aşarız? İyi tamam da bizim eksiğimiz hiç mi
yok? En iyi biz biliriz, doğrucu Davut’ta biziz, tek komünist parti
de biziz demekle oluyor mu bütün bunlar?
Hep aynı şeyleri yaşıyoruz. Yaşanan bir şey bir daha diyalektik
olarak yaşanmaz ama bizler diyalektiğin ibresinde de mi hile yaptık
nedir aynı şeyleri yaşamaktan imanımız gevredi. En kötüsüyle
sınandık olmadı. Yeni bir kötüye belki dedik. Baktık o da kötü. Yeni
bir sınanma çeşidi getirildi önümüze. Halk her şeyi gördü ve
yaşadıysa bir kez olsun bundan daha kötü daha bize neyi
yaşatacaksınız neden demiyor da bizim sesimizin yankısını duyan
sadece biz oluyoruz. Çok mu akıllıyız ya da ne bileyim çok mu
saftiriğiz?
Ha şöyle bir şey var. Bazılarımız sınıflar mücadelesini iki ordunun
bir meydanda karşılaşması kadar basit görüyor olmalı ki sorunu çok
basite alıyorlar. Bak kardeşim doğru olan şudur anlayın be der gibi
bir şey. Söylemesi kolay da neden olmadığının tespitini yapmak biraz
kolay olmasa gerek ki bazılarımız sınıf mücadelesini çok kolay
yerinden görüyor ve anlıyor. Hani bizler gerçek kurtuluş şu deyip
çıkmasına çıkarız da biz dediğimiz için bizim isteklerimiz
gerçekleşir mi o başka. Hiçbir zaman ama hiçbir zaman gerekli ortam
söz konusu olmadan bir şey olmaz. Örneğin su deniz seviyesinde 100
derecede kaynar. Ya da kaynaması için ortam değişikliğine gereksinim
vardır. Örneğin basıncı değiştirmek gibi. Sınıf mücadelesinde de
yığınları istenilen noktaya getirmek için her türlü taktik ve
stratejiyi eksiksiz uygulamak gibi. Yığınlar hazır değil,
hazırlarsın. Bu işin aracı parti asgari düzeyde bile örgütlü değil
gerçekten örgütlersin. Bir sürü altüstlükler yaşanır mevcut sermaye
yönetimi yönetemez duruma düşer altına da biraz sen odun atarsın
uygun koşulları oluşturursun. Yığınların memnuniyetsizliği tamam da
yerine göre o bile yetmez. O memnuniyetsiz yığınların parti olarak
gündeminde olmak gerekli gündeminde. Yoksa TELE1 olmadı bir başka
(devrimci kanal) bizi ekrana çıkarsa da bir görüşlerimizi açıklasak
neler olur neler deyip durmak da faydasızdır. Her işi bırakıp biz
komünistin hasıyız, sizi kurtaracak olan yine sizsiniz. Bizim
sistemimizde her şey iyi olacak deseniz de yığınlarla aranızda olan
buzu eritemezsiniz. Her şeye karşı şikâyetlenmeyi bırakıp da devrim
yapacaksanız buyurun yapın bizler de peşinizden gelelim.
Son bir not: Bir süreliğine örgütlenme çalışmaları için pek çok yere
gideceğiz.
Bu yüzden de bir süre yazılarımı yazamayacağım kusura bakmayın en
içten dileklerimle…