turgutkocak2009@hotmail.com

GENEL BAŞKANIMIZ TURGUT KOÇAK YOLDAŞIN YAZILARI

"HER GÜN"


ALANLARIN DİLİ

TURGUT KOÇAK (GENEL BAŞKAN)

10 HAZİRAN 2018

Alanların dili olur mu demeyin. Olur. Hem de öyle bir olur ki anlayana her şeyi bir güzel anlatır.

Örneğin; Muharrem İnce’nin mitinglerinde alanlara gelenlere bir bakın isterseniz. Gülen yüzler ve bir o kadar da kararlılık görürsünüz. İnsanlar; 16 yıllık sıkıştırılmışlığın öfkesi ile dolular ama bir anda yüzlerindeki öfkeyi de silmesini biliyorlar. Alanlara gelenlerin yürekten istediği ilk şey hiç kuşkunuz olmasın ki 16 yıllık AKP ve Recep Tayyip Erdoğan zorbalığına yanıt verileceği düşüncesiyle dopdolu olmalarıdır. Diğer yaşamsal istekleri, sorun bu mitinge katılacaklara ikinci, üçüncü planda geliyor. Gitgide kalabalıklaşan alanlarda buluşanlar bu kez TAMAM denileceğine öyle inanıyorlar ki nasıl olsa bu iş bitti demiyorlar, daha da çoğalarak akın akın alanlara koşuyorlar.

Bu görüntü elbette Muharrem İnce üzerinde olumlu etki bırakıyor. Bu nedenle de açıldıkça açılıyor, söylediği sözler ise giderek daha bir etkili olmaya başlıyor. Buna en önemli neden alanlara koşanlarla Muharrem İnce arasında güven verici ve sonucun değişeceğine dair herkesi yüreklendiren bir dilin kurulmuş olmasıdır. Tabi Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği bol miktarda malzemeyi de ekledik mi üstüne; Muharrem İnce bir başka türlü coşuyor ve mitinge gelenleri de aynı oranda etkiliyor.

Eğer kişi düşündüklerine kendisi inanıyorsa başkalarını da inandırmakta zorlanmaz. Muharrem İnce ne istediğinin ayırdında ve de ona göre bir tutum sergiliyor. Bunun sonuncu olarak da Muharrem İnce aday gösterildiğinde ikirciklilik içinde olanlar ve hatta karşı çıkanlar bile kısa sürede toparlanıp bir araya gelmesini bilerek ortaya büyük bir enerji patlaması çıkardılar. Dolayısı ile de işçisi, emekçisi, köylüsü, esnafı, kadını, öğrencisi, aydını bu kez rüzgârın kendilerinden yana estiğinin ayırdına vararak her geçen gün güçlerini biraz daha arttırıp ortak bir dil oluşturarak bütün Türkiye’ye seslenmeyi başardılar.

Gelelim Batı cephesine. Batı cephesinde yeni bir şey yok. Recep Tayyip Erdoğan ister salonda, ister meydanda, ister iftar sofralarında konuşsun tutumunu hiç değiştirmedi. Önüne gelene atıp tuttu. CHP’ye söylenmedik söz bırakmadı. HDP’yi “terörist” ilan ederek şoven dalgayı yükseltti de yükseltti. Cezaevinden seçim çalışmalarını yürüten Selahattin Demirtaş’a ise daha ağır sözler söyleyerek içerden bırakılmayacağını dile getiren sözler söyledi. Denilebilir ki bir bakıma Selahattin Demirtaş’la ilgili karar verecek yargıçlara emir verdi. Bu durumu yadırgadık mı, hayır yadırgamadık. Çünkü biliyoruz ki Erdoğan’ın oluşturduğu yargı zaten kendisine bağlı bir yargıdır.

Erdoğan, öylesine Ali kıran baş kesen ki Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nu bile eğer başka siyasi oluşumlara giderlerse Fetöcülükten tutuklattıracağını bir şekilde kendilerine iletecek kadar ileri gitti. Ayrıca Erdoğan’ın dili ile mitingine gelenlerin ne dilleri ne de göz temasları bir coşku yaratmıyor. Erdoğan; kimi zaman ne dediğinin ayırdında olamıyor kimi zaman ise gerçekten gülünecek önerilerde bulunuyor. Bu yüzden de Erdoğan’ın bulunduğu alanlarda coşku fısıltıya dönüşmüş durumda. Elektrik kesildiğinde birden ortalığı karanlığın basma hali de zaman zaman görülmüyor değil. Sürekli karanlık hali ise seçimlere bir hafta kala bütün çıplaklığı ile kendini duyumsatıyor.

Diğer adayların içinde coşku yaratan Temel Karamollaoğlu ve Meral Akşener’i de saymak gerek. Perinçek ise yok hükmünde gibi bir şey.

Biz komünistler olarak neden Muharrem İnce’ye oy verilmesini savunuyoruz? Yoksa bazı komünist kesimlerin dile getirdikleri gibi komünist düşüncelerimizden ödün mü veriyoruz? Elbette değil. Bizler eğer faşizm mi, burjuva demokrasisi seçeneği ile karşı karşıya isek burada daha esnek olunması ve burjuva demokrasisinin savunulması gerektiğini savunuruz. Yoksa Erdoğan indirildiğinde kim gelirse gelsin emperyalizmin yenilgiye uğratılacağını, sömürünün biteceğini, kapitalizmin yarattığı onca olumsuzlukların biteceğini falan savunuyor değiliz.

Türkiye Sosyalist İşçi Partisi hiçbir zaman burjuva çözümleri bir çıkışmış gibi göstermiş değildir. Ancak demokrasi mücadelesinin ne anlama geldiğini de geniş halk yığınlarının ve hatta parti üye ve yöneticilerinin de bu mücadele içinde eğitileceğini, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesi ile bağlantılandırılarak asıl amaca yürüyüşü kolaylaştıracağını savunur. Yoksa HDP ile bağlantılanan kimi sol ve sosyalist olduklarını söyleyen partiler gibi bir yanılgı içinde de değildir. Sonuçta HDP’nin ileri sürdüğü görüşler barıştır, Kürt sorunun çözümü ile ilgili olarak sistem içi arayışlardır. Bu arayışların adresinin sık sık AB ve ABD olması ise ayrı bir çıkışsızlıktır. Bugün HDP bileşenleri kendilerine göre bir HDP tarif etmekte seçimlerde de birlikte niye birlikte olunması gerektiğini bunun üzerinden anlatmaya çalışmaktadırlar. HDP tartışmasız TBMM’ye girmeli, Selahattin Demirtaş ise hemen bırakılmalıdır. Böyle bir istek daha ileri bir mevzinin savunulması olmayıp burjuva istemlerin ötesinde bir istem değildir. HDP’nin seçim reklamları olarak televizyonlarda dönen bir reklam videosu vardır. Burada bile sıralanan isteklerin içinde sosyalizmi çağrıştıran neredeyse tek bir isteğin bile olmaması bizim açımızdan düşündürücüdür. Dolayısıyla HDP meydanlarda seslenirken ne konuşanların ne de alanlarda toplananların işsizliğin sona erdirilmesi, sömürünün bitirilmesi, ne de emperyalizme ve kapitalizme karşı tek bir çağrısı bile söz konusu değilken TSİP olarak bu eleştirileri yapmayı kendimizde hak görüyoruz. Eğer böyle düşünmez isek kendimizi hem Kürt hem de Türk işçileri karşısında sorumlu sayarız.

Ne ki HDP’nin de mecliste olmalarını isteriz, savunuruz. Reklam afişinde kişilere söylettirilen ve her biri bir rengi ifade eden isteklerinse renk olarak neyi çağrıştırdığını da biliriz. Biliriz, çünkü renk körü değiliz.

Sonuç olarak; TSİP seçimlere katılmıyor ama alanların dilinin de ayırdında. Kaybedilecek ve kazanılacak mevzilerin ise sınıf mücadelesinde ne işe yarayacağını ya da yaramayacağını bütün dostlar bilsinler ki TSİP herkesten daha iyi bilir.

Kimi kendini sol ya da komünist gösteren kimselerin; sabah, öğle sosyal demokrasinin ne kadar kaypak olduğunu sosyalistlerin önünde en büyük engelin de bunlar olduğunu söyleyip sadece sol gevezelik yapmalarına ise kulak misafiri bile olunmaması gerektiğini düşünürüz.

Düşünürüz, çünkü bu mücadeleyi kazanmak için her şeyin inceden inceye hesaplanması gerektiğini de iyi biliriz.