Alanların dili olur mu demeyin.
Olur. Hem de öyle bir olur ki anlayana her şeyi bir güzel
anlatır.
Örneğin; Muharrem İnce’nin mitinglerinde alanlara gelenlere bir
bakın isterseniz. Gülen yüzler ve bir o kadar da kararlılık
görürsünüz. İnsanlar; 16 yıllık sıkıştırılmışlığın öfkesi ile
dolular ama bir anda yüzlerindeki öfkeyi de silmesini
biliyorlar. Alanlara gelenlerin yürekten istediği ilk şey hiç
kuşkunuz olmasın ki 16 yıllık AKP ve Recep Tayyip Erdoğan
zorbalığına yanıt verileceği düşüncesiyle dopdolu olmalarıdır.
Diğer yaşamsal istekleri, sorun bu mitinge katılacaklara ikinci,
üçüncü planda geliyor. Gitgide kalabalıklaşan alanlarda
buluşanlar bu kez TAMAM denileceğine öyle inanıyorlar ki nasıl
olsa bu iş bitti demiyorlar, daha da çoğalarak akın akın
alanlara koşuyorlar.
Bu görüntü elbette Muharrem İnce üzerinde olumlu etki bırakıyor.
Bu nedenle de açıldıkça açılıyor, söylediği sözler ise giderek
daha bir etkili olmaya başlıyor. Buna en önemli neden alanlara
koşanlarla Muharrem İnce arasında güven verici ve sonucun
değişeceğine dair herkesi yüreklendiren bir dilin kurulmuş
olmasıdır. Tabi Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği bol miktarda
malzemeyi de ekledik mi üstüne; Muharrem İnce bir başka türlü
coşuyor ve mitinge gelenleri de aynı oranda etkiliyor.
Eğer kişi düşündüklerine kendisi inanıyorsa başkalarını da
inandırmakta zorlanmaz. Muharrem İnce ne istediğinin ayırdında
ve de ona göre bir tutum sergiliyor. Bunun sonuncu olarak da
Muharrem İnce aday gösterildiğinde ikirciklilik içinde olanlar
ve hatta karşı çıkanlar bile kısa sürede toparlanıp bir araya
gelmesini bilerek ortaya büyük bir enerji patlaması çıkardılar.
Dolayısı ile de işçisi, emekçisi, köylüsü, esnafı, kadını,
öğrencisi, aydını bu kez rüzgârın kendilerinden yana estiğinin
ayırdına vararak her geçen gün güçlerini biraz daha arttırıp
ortak bir dil oluşturarak bütün Türkiye’ye seslenmeyi
başardılar.
Gelelim Batı cephesine. Batı cephesinde yeni bir şey yok. Recep
Tayyip Erdoğan ister salonda, ister meydanda, ister iftar
sofralarında konuşsun tutumunu hiç değiştirmedi. Önüne gelene
atıp tuttu. CHP’ye söylenmedik söz bırakmadı. HDP’yi “terörist”
ilan ederek şoven dalgayı yükseltti de yükseltti. Cezaevinden
seçim çalışmalarını yürüten Selahattin Demirtaş’a ise daha ağır
sözler söyleyerek içerden bırakılmayacağını dile getiren sözler
söyledi. Denilebilir ki bir bakıma Selahattin Demirtaş’la ilgili
karar verecek yargıçlara emir verdi. Bu durumu yadırgadık mı,
hayır yadırgamadık. Çünkü biliyoruz ki Erdoğan’ın oluşturduğu
yargı zaten kendisine bağlı bir yargıdır.
Erdoğan, öylesine Ali kıran baş kesen ki Abdullah Gül ve Ahmet
Davutoğlu’nu bile eğer başka siyasi oluşumlara giderlerse
Fetöcülükten tutuklattıracağını bir şekilde kendilerine iletecek
kadar ileri gitti. Ayrıca Erdoğan’ın dili ile mitingine
gelenlerin ne dilleri ne de göz temasları bir coşku yaratmıyor.
Erdoğan; kimi zaman ne dediğinin ayırdında olamıyor kimi zaman
ise gerçekten gülünecek önerilerde bulunuyor. Bu yüzden de
Erdoğan’ın bulunduğu alanlarda coşku fısıltıya dönüşmüş durumda.
Elektrik kesildiğinde birden ortalığı karanlığın basma hali de
zaman zaman görülmüyor değil. Sürekli karanlık hali ise
seçimlere bir hafta kala bütün çıplaklığı ile kendini
duyumsatıyor.
Diğer adayların içinde coşku yaratan Temel Karamollaoğlu ve
Meral Akşener’i de saymak gerek. Perinçek ise yok hükmünde gibi
bir şey.
Biz komünistler olarak neden Muharrem İnce’ye oy verilmesini
savunuyoruz? Yoksa bazı komünist kesimlerin dile getirdikleri
gibi komünist düşüncelerimizden ödün mü veriyoruz? Elbette
değil. Bizler eğer faşizm mi, burjuva demokrasisi seçeneği ile
karşı karşıya isek burada daha esnek olunması ve burjuva
demokrasisinin savunulması gerektiğini savunuruz. Yoksa Erdoğan
indirildiğinde kim gelirse gelsin emperyalizmin yenilgiye
uğratılacağını, sömürünün biteceğini, kapitalizmin yarattığı
onca olumsuzlukların biteceğini falan savunuyor değiliz.
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi hiçbir zaman burjuva çözümleri
bir çıkışmış gibi göstermiş değildir. Ancak demokrasi
mücadelesinin ne anlama geldiğini de geniş halk yığınlarının ve
hatta parti üye ve yöneticilerinin de bu mücadele içinde
eğitileceğini, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesi ile
bağlantılandırılarak asıl amaca yürüyüşü kolaylaştıracağını
savunur. Yoksa HDP ile bağlantılanan kimi sol ve sosyalist
olduklarını söyleyen partiler gibi bir yanılgı içinde de
değildir. Sonuçta HDP’nin ileri sürdüğü görüşler barıştır, Kürt
sorunun çözümü ile ilgili olarak sistem içi arayışlardır. Bu
arayışların adresinin sık sık AB ve ABD olması ise ayrı bir
çıkışsızlıktır. Bugün HDP bileşenleri kendilerine göre bir HDP
tarif etmekte seçimlerde de birlikte niye birlikte olunması
gerektiğini bunun üzerinden anlatmaya çalışmaktadırlar. HDP
tartışmasız TBMM’ye girmeli, Selahattin Demirtaş ise hemen
bırakılmalıdır. Böyle bir istek daha ileri bir mevzinin
savunulması olmayıp burjuva istemlerin ötesinde bir istem
değildir. HDP’nin seçim reklamları olarak televizyonlarda dönen
bir reklam videosu vardır. Burada bile sıralanan isteklerin
içinde sosyalizmi çağrıştıran neredeyse tek bir isteğin bile
olmaması bizim açımızdan düşündürücüdür. Dolayısıyla HDP
meydanlarda seslenirken ne konuşanların ne de alanlarda
toplananların işsizliğin sona erdirilmesi, sömürünün
bitirilmesi, ne de emperyalizme ve kapitalizme karşı tek bir
çağrısı bile söz konusu değilken TSİP olarak bu eleştirileri
yapmayı kendimizde hak görüyoruz. Eğer böyle düşünmez isek
kendimizi hem Kürt hem de Türk işçileri karşısında sorumlu
sayarız.
Ne ki HDP’nin de mecliste olmalarını isteriz, savunuruz. Reklam
afişinde kişilere söylettirilen ve her biri bir rengi ifade eden
isteklerinse renk olarak neyi çağrıştırdığını da biliriz.
Biliriz, çünkü renk körü değiliz.
Sonuç olarak; TSİP seçimlere katılmıyor ama alanların dilinin de
ayırdında. Kaybedilecek ve kazanılacak mevzilerin ise sınıf
mücadelesinde ne işe yarayacağını ya da yaramayacağını bütün
dostlar bilsinler ki TSİP herkesten daha iyi bilir.
Kimi kendini sol ya da komünist gösteren kimselerin; sabah, öğle
sosyal demokrasinin ne kadar kaypak olduğunu sosyalistlerin
önünde en büyük engelin de bunlar olduğunu söyleyip sadece sol
gevezelik yapmalarına ise kulak misafiri bile olunmaması
gerektiğini düşünürüz.
Düşünürüz, çünkü bu mücadeleyi kazanmak için her şeyin inceden
inceye hesaplanması gerektiğini de iyi biliriz.