AKP ve saray iktidarı seçimleri
almak için her yola başvuracaktır. Şimdiden neler olacağının
belirtileri arka arkaya gelmektedir. Bunlara kısaca değinmekte
yarar var.
AKP Grubunda konuşan Başbakan Binali Yıldırım’ın sözleri bu
anlamda oldukça dikkat çekicidir. “Malımızı, canımızı veririz
iktidarı teslim etmeyiz.” Diğer bütün katakulli yasa
değişikliklerini bir kenara bıraksak bu sözler en az Akit TV’den
Ahmet Keser’in söylediklerinden bence daha vahimdir. Ahmet Keser
sınırlı dinlenilen bir TV’de sonuçta bir program sunmaktadır ve
de kendisine rağbet edeceklerin sayısı da bu anlamda oldukça
sınırlıdır. Bu yüzden programda Keser’in; “Sivil öldürecek olsak
Cihangir, Etiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden başlarız”
sözleri üzerine gelen tepkileri ve de yasal işlem başlatılmasını
anlamlı bulmakla birlikte Başbakan koltuğunda oturan Binali
Yıldırım’ın söylediklerini daha tehlikeli bulmaktayız.
Başbakan Binali Yıldırım; “Malımızı, canımızı veririz iktidarı
teslim etmeyiz.” Derken ne demek istemiştir ve bu sözler
Keser’in sözlerinden çok daha hafif midir? Bu sözlere gelen
sınırlı tepki dışında kamuoyunun dikkatini çeken bir çıkış
olmamıştır niyeyse. Oysa demokrasinin olduğu bir ülkede böyle
sözlerin söylenmesi demek gerçekten de başbakan da olsa onu
koltuğundan eder koltuğundan.
Şimdi ittifakları konuşuyoruz ya; getirilmek istenen seçim
yasaları alavere dalavere ile dolu. Bir iktidar düşünün ki,
kafasında binbir çeşit Alicengiz oyunu yoksa niye böylesi
Alicengiz oyunlarına başvursun değil mi? Seçmen listelerinin
hazırlanmasından seçmenlerin hangi sandıkta oy kullanacaklarına,
mühürsüz oylardan seçim sandık başkanı görevlisine, YSK, İl,
İlçe Seçim Kurulu’nun oluşturulmasına, sandık taşımasından
güvenlik güçlerinin müdahalesine ve de oyların sayımına sayımdan
sonra hangi partinin ne kadar milletvekili çıkaracağına kadar
her konu muğlaklıklarla ve iktidarın işine yarayacak şekilde
düzenlenmek isteniyor. Muhalefet; ittifak konusunu ilkelere
bağlamak isterken iktidarın ilkelerle ilgili yakından uzaktan
ilgisi yok. Tersine iktidar sadece ve sadece seçimi nasıl
alırımın peşine düşmüş.
Bu numaralara uygun olarak da bazı küçük partiler kendilerine
gün doğduğunu düşünüyor olmalılar ki birdenbire kendilerini
bulunmaz Hint kumaşı görmeye başladılar. Bu partilerden birisi
de Önder Aksakal’ın Genel Başkanlığını yaptığı DSP. Önder
Aksakal nasılsa bir televizyona çıkmış ve o televizyonda akılsız
olmadıklarını kim kendilerine daha çok milletvekili verirse o
partiyle ittifak yapacaklarını söylüyor. İttifakı ille de CHP
ile yapacaklarına dair bir takılmışlıkları da yokmuş muhteremin.
Daha çok milletvekili ile ülkeye daha çok hizmet ederlermiş.
Bir parti başkanı düşünün ki, partili cumhurbaşkanlığının
getirilmesi ile TBMM’nin devre dışı bırakıldığından bile
habersiz. Bir parti genel başkanı düşünün ki, katakullici ile
katakullici, onunla o, bununla bu. Yani sözün özü ilkesiz ve
fırıldak Kubi cinsinden. Bu kurnazlıkla da herhangi bir
ideolojisi bile olmayan sosyal bir olgu olmaktan çoktan çıkmış
DSP’nin yeniden canlandırılacağı düşünülüyor. Ben inanıyorum ki
ülkemizde böyle adamların partisine bırakalım halkın oy
vermesini parti yönetimini oluşturanlar bile kesinlikle oy
vermeyeceklerdir. Bu yüzden de DSP hiç gündeme bile getirilmeden
ilkesizlerin yallah yanına gönderilmeli, tabela partisi olarak
bile varlığı sona erdirilmelidir.
Bu bize bir gerçeği daha gösterdi. Bu gerçek de sosyalistlerle
burjuva partilerinin arasındaki farktır. Biz sosyalistler değil
30, 100 milletvekili de verilse kendimizi satışa çıkarmayız.
Faşizme karşı burjuva demokrasisi seçeneği ile karşı karşıya
kalmışsak bu konuda ilkesel davranan tarafta oluruz ancak bizim
için pazarlık söz konusu olamaz.
Ülke o hale getirilmiş ki seçimlerin sonucu çok önemli, bir
rüzgâr estirilemezse üç aşağı beş yukarı belli olmuşsa sorun
öyle abuk subuk ittifaklarla çözülemeyeceği gibi üstelik bu tür
yol ve yöntemlere hayırhak bakarak da toplum basbayağı
kandırılmış olur.
Bu yüzden de önümüzdeki mücadele öyle bir mücadele olmalıdır ki
herkesin ayağa kalktığı ve Alicengiz oyunlarına izin vermediği
bir mücadeleyi örgütlemekle amaca varılabilir. Gerisi gerçekten
de fasa fisodur.
Önder Aksakal’ın DSP’si gibi…