turgutkocak2009@hotmail.com

GENEL BAŞKANIMIZ TURGUT KOÇAK YOLDAŞIN YAZILARI

"HER GÜN"


ŞAN ŞÖHRET PAYLAŞIMI

TURGUT KOÇAK (GENEL BAŞKAN)

22 OCAK 2018

Condelezza Rice; Ortadoğu ülkelerini kast ederek burada 22 ülke daha kuracaklarını söylediğinde bizim ülkemizde AKP iktidar, Recep Tayyip Erdoğan’da Başbakan değil miydi?

Ta Kuzey Afrika’dan Çin Seddi’ne kadar olan bölge karıştırılır ve ‘Arap Baharı’ adı altında dümen çevrilirken Türkiye halkının karşısına geçip de; “BOP Eşbaşkanıyım, Türkiye’ye böyle bir görev verildi” diyen kimdi pekâlâ? Bu politikaların sonucudur ki, ABD tarafından kurulan ve kullanılan terör örgütlerinin tüm bölgede nasıl bir role soyunduğunu ve kimlerden destek gördüğünü bilmeyenimiz var mı? Afganistan’ı, Irak’ı işgal ve bugün Suriye’nin başına pek çok sayıda terör örgütünü musallat edenler kimlerdi peki?

Şimdi bütün bunlar yaşanmamış, ABD’nin bölge ülkelerine kurulan tuzağın içinde olunmamış gibi davranarak Türkiye’nin savaşın içine cumburlop dalmasının sorumlusu kim peki?

Konuyu uzatmayalım Amerika tarafından Türkiye’ye karşı kurulan tuzağın bu noktalara gelip dayanması durup dururken mi oldu? O Amerika ki Birinci Körfez Savaşı’ndan bu yana 5 milyona yakın Iraklının ölümünden, kadınlara tecavüzlerden, akıl almaz işkencelerden sorumlu değil miydi? Dünyanın gözünün içine baka baka Guantamo’da insanlık dışı işkenceler uygulanırken ABD ile “Stratejik ortaklık” türküleri çekenleri unuttunuz mu?

Biz sosyalistlerin ABD emperyalizmi dendiğinde aklına Vietnam’dan tutun da Şili’ye, Afanistan’a, Irak’a, Suriye’ye kadar sayamadığımız pek çok ülke gelir, tüylerimiz diken diken olurken bu emperyal güçlerle bir olup bölgemizde operasyonların çekilmesinin ortağı kimlerdi acaba?

Cevap aramaya gerek yok. Bu suçların dünya alem biliyor ki ortağı AKP ve saraydır.

Suriye’deki PYD, YPG=PKK’ya gelince; bunlar niye bölgede emperyal güçlere karşı davranan demokrasi güçleriyle birlikte davranmadılar da Amerika’nın kucağına atlayıp kendilerine bir devlet hediye edileceği yalanına tutunarak Suriye topraklarının %30’na, enerji kaynaklarının da %50’sine sahip olarak bu topraklar üzerinde onca ABD üssünün kurulmasına zemin hazırladılar dersiniz? ABD’nin bu planının amacının Suriye’yi, İran’ı, Irak’ı ve Türkiye’yi tehdit etmek ve bu ülkelerin toprakları üzerinde operasyon yapmak olduğunu genel olarak Kürtlerin bilmediğini söylemenin olanağı var mı? Biz sosyalistler ki Amerikan bayrağı altında savaşmaktan ve özgürlük kazanacağımızı aklımızın ucundan bile geçirmektense ölmeyi tercih edeceğimiz halde nasıl olmuştur da PYD, YPG=PKK kolaylıkla ABD’nin bölgede planının bir parçası olmuştur çıkıp biri anlatabilir mi?

Olayların nasıl geliştiğine, nereye götürülmek istendiğine baktığımız zaman her şey çırılçıplak ortada değil midir? Bu yüzden de işler nereye varır kısa sürede hepimiz öğreneceğiz öğrenmesine de izlediğiniz Amerikancı ve İsrail yanlısı politikalarla nasıl bir çukura düştüğünüzü görebiliyor musunuz acaba? Uzatmadan söylemek gerekirse emperyalizmin oyuncağı konumuna düşenlerin kimseye ama kimseye kazandıracağı bir şey olmamasına karşın, bölgede ABD’ye nasıl bir sıçrama tahtası kazandırdığınızın hiç mi ayırdında değilsiniz?

Yazımızın bundan sonraki bölümünde bir önemli noktaya daha değinmekte yarar var. Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Bursa kadınlar kongresinde çıkıp CHP liderine niye atıp tutmak gereği duymuştur? Ya da Bahçeli partisinin Kızılcahamam toplantısında CHP’yi hangi akla hizmet PKK’ya yakın davranmakla ve duygusal bağlar kurmakla suçlamıştır? Orta da açıkça bir savaş söz konusu iken nasıl olmaktadır da bu iki kişi savaşı iç politikaya alet etmektedir? Bu yapılanlar şimdi söyler misiniz akıl kârı mıdır? Kendilerinden başka kimseyi yurtsever olarak görmemek tutum ve davranışı acaba bu iki kişiye ne kazandırır dersiniz?

Konuyu ünlü İtalyan yazar Dino Buzzati'nin ilk romanı olan ’Tatar Çölü’ romanındaki son bölümde geçenlerle bitirelim.

Çölde bir kale vardır. Bu kaleye atanan subaylar burasını mahrumiyet bölgesi görür ne edip eder atamalarını yaptırıp oradan ayrılırlar. Harp Okulundan yeni mezun kahramanımızın da düşüncesi bir yolunu bulup atamasını yaptırmaktır. Ama gelişmeler düşündüğü gibi gitmez ve orada kalır. Kendisi ile birlikte orada kalanların bir tek düşleri vardır. Dağlardan bir gün Tatarlar gelecek, savaş çıkacak, subaylar da üstün yararlılıklar gösterecekler ve bütün ülke onların isimleriyle çalkanacak. Kadınlar, kızlar onlardan söz edecek.

Niyeyse beklenen savaş bir türlü çıkmaz. Çıkması şöyle dursun üstelik devlet, Tatarlarla bir de barış anlaşması imzalar ve kalede kalan bütün subayların morali sıfıra düşer. Herkes atamasını yaptırıp ülkenin büyük kentlerine giderler. Atamaları olan subayların uğurlama töreni yapılırken Atamasını yaptırmayan Albay rütbesine kadar gelmiş, kendisiyle aynı rütbede olan kahramanımızın kulağına; “tören bitsin sana bir şey göstereceğim” der. Tören biter, gidenler gider.

Kaleye döndüklerinde o subay bir kez daha kahramanımıza gelir der ki, “savaş çıkacak.” Kahramanımız da şaşırır o ise akşam kale burcunda buluşalım der. Sonuçta buluşurlar. Görürler ki karşıki dağlardan araçlar bir yere kadar gelir ve yeniden döner. Albay bu olayı Tatarların yol yapmasına ve yakında yol biter bitmez saldıracaklarına yorar. Her gün izlerler. Araçların far ışıkları daha aşağılarda görülmeye başlar. Sonuçta bir sabah uyanırlar ki kale kuşatılmış, savaş başlamıştır. Aynı şekilde de kalede direniş başlar. Bir yandan da ülkenin diğer kesimlerinden ihtiyat kuvvetleri çağrılır. Savaş Tatarlara karşı kazanılacak ve iki subay çok büyük şan ve şeref elde edeceklerdir. Her gün her ikisi de kale burçlarına çıkıp savaşı denetlerler. Derken bizim kahraman hastalanır. Hasta hasta kale burcuna çıkıyor olsa da takatsızdır. Bir başka deyişle Albayın ayağına dolanır. Albay şan ve şöhreti bu hasta adamla paylaşacak değildir ya hemen askerlere emir verir albayı aşağıya indirtir. Albay hasta da olsa kendisi ile aynı şerefi paylaşacaktır. Albay buna katlanamaz, askeri bir araba hazırlattırır hasta albayı cephe gerisine yollar. Yolda savaşmaya gelen askerler araba içinde albayı görünce biz savaşmaya geliyoruz, o ise kaçıyor diye yüzüne küfürler savururlar.

Sonuçta bizim kahramanımız gerilerde bir otel odasına bırakılır. Durumu düzeleceği yerde daha da kötüler. Ve sonuçta bugün, yarın diyerek bu kaleden gitmek isteyen kahramanımız şan ve şöhret bile elde edemeden ölür gider.

Bahçeli’ninki de o hesap, bu savaşın şan ve şöhret elde edecekleri arasına kimseyi sokmak istemiyor. Bu yüzden de böyle bir anda bile her tarafa ağır sözlerle saldırıyor. Ama biz yine de söyleyelim; “Sayın Bahçeli sizin şan ve şöhret elde edeceğiniz yok, öyle bile olsa o şan ve şöhreti sizinle paylaşacak herhangi gani gönüllü biri biri yok.

Durumunuz kısaca bu Sayın Bahçeli.

Biz söylemiş olalım da.