Condelezza Rice; Ortadoğu
ülkelerini kast ederek burada 22 ülke daha kuracaklarını
söylediğinde bizim ülkemizde AKP iktidar, Recep Tayyip
Erdoğan’da Başbakan değil miydi?
Ta Kuzey Afrika’dan Çin Seddi’ne kadar olan bölge karıştırılır
ve ‘Arap Baharı’ adı altında dümen çevrilirken Türkiye halkının
karşısına geçip de; “BOP Eşbaşkanıyım, Türkiye’ye böyle bir
görev verildi” diyen kimdi pekâlâ? Bu politikaların sonucudur
ki, ABD tarafından kurulan ve kullanılan terör örgütlerinin tüm
bölgede nasıl bir role soyunduğunu ve kimlerden destek gördüğünü
bilmeyenimiz var mı? Afganistan’ı, Irak’ı işgal ve bugün
Suriye’nin başına pek çok sayıda terör örgütünü musallat edenler
kimlerdi peki?
Şimdi bütün bunlar yaşanmamış, ABD’nin bölge ülkelerine kurulan
tuzağın içinde olunmamış gibi davranarak Türkiye’nin savaşın
içine cumburlop dalmasının sorumlusu kim peki?
Konuyu uzatmayalım Amerika tarafından Türkiye’ye karşı kurulan
tuzağın bu noktalara gelip dayanması durup dururken mi oldu? O
Amerika ki Birinci Körfez Savaşı’ndan bu yana 5 milyona yakın
Iraklının ölümünden, kadınlara tecavüzlerden, akıl almaz
işkencelerden sorumlu değil miydi? Dünyanın gözünün içine baka
baka Guantamo’da insanlık dışı işkenceler uygulanırken ABD ile
“Stratejik ortaklık” türküleri çekenleri unuttunuz mu?
Biz sosyalistlerin ABD emperyalizmi dendiğinde aklına
Vietnam’dan tutun da Şili’ye, Afanistan’a, Irak’a, Suriye’ye
kadar sayamadığımız pek çok ülke gelir, tüylerimiz diken diken
olurken bu emperyal güçlerle bir olup bölgemizde operasyonların
çekilmesinin ortağı kimlerdi acaba?
Cevap aramaya gerek yok. Bu suçların dünya alem biliyor ki
ortağı AKP ve saraydır.
Suriye’deki PYD, YPG=PKK’ya gelince; bunlar niye bölgede
emperyal güçlere karşı davranan demokrasi güçleriyle birlikte
davranmadılar da Amerika’nın kucağına atlayıp kendilerine bir
devlet hediye edileceği yalanına tutunarak Suriye topraklarının
%30’na, enerji kaynaklarının da %50’sine sahip olarak bu
topraklar üzerinde onca ABD üssünün kurulmasına zemin
hazırladılar dersiniz? ABD’nin bu planının amacının Suriye’yi,
İran’ı, Irak’ı ve Türkiye’yi tehdit etmek ve bu ülkelerin
toprakları üzerinde operasyon yapmak olduğunu genel olarak
Kürtlerin bilmediğini söylemenin olanağı var mı? Biz
sosyalistler ki Amerikan bayrağı altında savaşmaktan ve özgürlük
kazanacağımızı aklımızın ucundan bile geçirmektense ölmeyi
tercih edeceğimiz halde nasıl olmuştur da PYD, YPG=PKK
kolaylıkla ABD’nin bölgede planının bir parçası olmuştur çıkıp
biri anlatabilir mi?
Olayların nasıl geliştiğine, nereye götürülmek istendiğine
baktığımız zaman her şey çırılçıplak ortada değil midir? Bu
yüzden de işler nereye varır kısa sürede hepimiz öğreneceğiz
öğrenmesine de izlediğiniz Amerikancı ve İsrail yanlısı
politikalarla nasıl bir çukura düştüğünüzü görebiliyor musunuz
acaba? Uzatmadan söylemek gerekirse emperyalizmin oyuncağı
konumuna düşenlerin kimseye ama kimseye kazandıracağı bir şey
olmamasına karşın, bölgede ABD’ye nasıl bir sıçrama tahtası
kazandırdığınızın hiç mi ayırdında değilsiniz?
Yazımızın bundan sonraki bölümünde bir önemli noktaya daha
değinmekte yarar var. Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Bursa
kadınlar kongresinde çıkıp CHP liderine niye atıp tutmak gereği
duymuştur? Ya da Bahçeli partisinin Kızılcahamam toplantısında
CHP’yi hangi akla hizmet PKK’ya yakın davranmakla ve duygusal
bağlar kurmakla suçlamıştır? Orta da açıkça bir savaş söz konusu
iken nasıl olmaktadır da bu iki kişi savaşı iç politikaya alet
etmektedir? Bu yapılanlar şimdi söyler misiniz akıl kârı mıdır?
Kendilerinden başka kimseyi yurtsever olarak görmemek tutum ve
davranışı acaba bu iki kişiye ne kazandırır dersiniz?
Konuyu ünlü İtalyan yazar Dino Buzzati'nin ilk romanı olan
’Tatar Çölü’ romanındaki son bölümde geçenlerle bitirelim.
Çölde bir kale vardır. Bu kaleye atanan subaylar burasını
mahrumiyet bölgesi görür ne edip eder atamalarını yaptırıp
oradan ayrılırlar. Harp Okulundan yeni mezun kahramanımızın da
düşüncesi bir yolunu bulup atamasını yaptırmaktır. Ama
gelişmeler düşündüğü gibi gitmez ve orada kalır. Kendisi ile
birlikte orada kalanların bir tek düşleri vardır. Dağlardan bir
gün Tatarlar gelecek, savaş çıkacak, subaylar da üstün
yararlılıklar gösterecekler ve bütün ülke onların isimleriyle
çalkanacak. Kadınlar, kızlar onlardan söz edecek.
Niyeyse beklenen savaş bir türlü çıkmaz. Çıkması şöyle dursun
üstelik devlet, Tatarlarla bir de barış anlaşması imzalar ve
kalede kalan bütün subayların morali sıfıra düşer. Herkes
atamasını yaptırıp ülkenin büyük kentlerine giderler. Atamaları
olan subayların uğurlama töreni yapılırken Atamasını yaptırmayan
Albay rütbesine kadar gelmiş, kendisiyle aynı rütbede olan
kahramanımızın kulağına; “tören bitsin sana bir şey
göstereceğim” der. Tören biter, gidenler gider.
Kaleye döndüklerinde o subay bir kez daha kahramanımıza gelir
der ki, “savaş çıkacak.” Kahramanımız da şaşırır o ise akşam
kale burcunda buluşalım der. Sonuçta buluşurlar. Görürler ki
karşıki dağlardan araçlar bir yere kadar gelir ve yeniden döner.
Albay bu olayı Tatarların yol yapmasına ve yakında yol biter
bitmez saldıracaklarına yorar. Her gün izlerler. Araçların far
ışıkları daha aşağılarda görülmeye başlar. Sonuçta bir sabah
uyanırlar ki kale kuşatılmış, savaş başlamıştır. Aynı şekilde de
kalede direniş başlar. Bir yandan da ülkenin diğer kesimlerinden
ihtiyat kuvvetleri çağrılır. Savaş Tatarlara karşı kazanılacak
ve iki subay çok büyük şan ve şeref elde edeceklerdir. Her gün
her ikisi de kale burçlarına çıkıp savaşı denetlerler. Derken
bizim kahraman hastalanır. Hasta hasta kale burcuna çıkıyor olsa
da takatsızdır. Bir başka deyişle Albayın ayağına dolanır. Albay
şan ve şöhreti bu hasta adamla paylaşacak değildir ya hemen
askerlere emir verir albayı aşağıya indirtir. Albay hasta da
olsa kendisi ile aynı şerefi paylaşacaktır. Albay buna
katlanamaz, askeri bir araba hazırlattırır hasta albayı cephe
gerisine yollar. Yolda savaşmaya gelen askerler araba içinde
albayı görünce biz savaşmaya geliyoruz, o ise kaçıyor diye
yüzüne küfürler savururlar.
Sonuçta bizim kahramanımız gerilerde bir otel odasına bırakılır.
Durumu düzeleceği yerde daha da kötüler. Ve sonuçta bugün, yarın
diyerek bu kaleden gitmek isteyen kahramanımız şan ve şöhret
bile elde edemeden ölür gider.
Bahçeli’ninki de o hesap, bu savaşın şan ve şöhret elde
edecekleri arasına kimseyi sokmak istemiyor. Bu yüzden de böyle
bir anda bile her tarafa ağır sözlerle saldırıyor. Ama biz yine
de söyleyelim; “Sayın Bahçeli sizin şan ve şöhret elde
edeceğiniz yok, öyle bile olsa o şan ve şöhreti sizinle
paylaşacak herhangi gani gönüllü biri biri yok.
Durumunuz kısaca bu Sayın Bahçeli.
Biz söylemiş olalım da.