Hemen hepimizde bu duygu şöyle ya
da böyle vardır.
Kaybedinceye kadar bir şeyin kıymetini bilmeyiz. Hatta günlük,
aylık aklımıza bile gelmez. Ama kaybettiğimiz zaman döşümüze
öyle bir ağrı çöker ki ne etsek ne yapsak bu ağrıdan
kurtulamayız.
Laiklik bizde ne kadar vardı ya da yoktu bu ayrı bir tartışmanın
konusu ama yine de yaşamımızı şu ya da bu şekilde etkileyecek
kadar vardı. Kimimize göre laiklik öylesine aşırılığa kaçmıştı
ki muhteremler dini ibadetlerini bile yapamıyorlardı. Kimimize
göre ise yetersizdi. Hiç öyle olmasaydı devlet kendi eliyle din
devletine doğru gidecek kapıyı aralayacak olan bunca imam hatip
okullarını açar mıydı?
Özetlersek laiklik konusunda sorunumuz olduğu kesindi.
Konu onca tartışıldı. Bu tartışmanın içine kendilerini bodoslama
atan aydın geçineninden liberaline kadar pek çok kimse konuyu
tartışadursunlar baktık gördük ki laikliğin yerinde yeller
esiyor.
Sonra her yıl devlet erkanının, çeşitli kurum ve kuruluşlarının
cumhuriyet kutlamalarını ve Anıtkabire yıllarca gidip tören
sonrası hamasi demeçlerini ve cumhuriyet resepsiyonlarını
dinledik, izledik. Sandık ki bu ülkede cumhuriyetin bunca sahibi
varken bir gün gelir cumhuriyet buhar olup ortadan kaybolmaz.
Sol ve sosyalist sol yıllarca cumhuriyeti ele alırken sahip
çıkma ya da çıkmama sorununu Mustafa Suphi ve arkadaşları
üzerinden ele alıp değerlendirdi ve de daha çok sahip
çıkılmaması yönünde görüşler ağırlık kazandı. Bu gerçekler
analiz edilirken sınıf pusulasının yerini ezberletilmiş kuram
yerine bile koyamayacağımız görüş ve anlayışlar aldı. Doğal
olarak cumhuriyet kim iktidardaysa onun çıkarları doğrultusunda
yaşama damgasını vuracaktı vurmasına da işçi sınıfı ve geniş
emekçi kesimler açısından hiç mi kazanımlar söz konusu değildi?
İşte bu gerçek hepten gözden kaçırılıp bir yana itildi. Bu
yüzden de terazimiz hep beğenme ve beğenmemeyi tarttı. Oysa
ülkede neler oluyor, nasıl gelişmeler yaşıyorduk kimsenin
umurunda bile değildi.
Böyle olunca cumhuriyetin kazanımları değişik sol ve sosyalist
gruplara göre de değişikti. Bazılarımız bu işi bir tören
derekesine indirger ve olaylara bu açıdan yaklaşırken
bazılarımızın da yetersizlikleri hep de yok sayıp neyin ne
olduğunu göremez olması bir kavram kargaşalığı yaşanmasının
nedeniydi. Çünkü birinde zaten gerçeklerin görülmesi söz konusu
değilken ikincisinde ise hiçbir eleştirel yaklaşıma ve
gerçeklere gerek duymaksızın üstünü örtmek vardı.
Sorunu sol ve sosyalist sol gözüyle incelediğimizde yaşadığımız
garipliklerin haddi hesabı yoktur. Bir zamanlar Büyük Ekim
Devrimi için demediklerini bırakmayanlar; kapitalizmin
gelişmediği bir ülkede devrimin olamayacağını, bu yüzden de Ekim
Devrimi’nin Prematüre bir doğum olduğu eleştirisini getirenler
şimdilerde Ekim Devrimi ile ilgili öyle felsefi derinlikler
keşfettiler ki bunları izledikçe içiniz yanıyor. Aradan bunca
geçen süre içinde bunların hangi delikte gizlendiklerini bilen
var mıdır bilemiyorum ama gördüklerimiz bunlar.
İşte böyledir bu işler. Geçmişte Ekim Devrimi düşmanları
bugünlerde sahneye fırlamışlar her fırsatta Ekim Devrimi’nin
büyüklüğünden dem vurup duruyorlar. Bunlara pek çok soru
sorulabilir ama buna da gerek yok.
Şimdi gelelim cumhuriyete ve kazanımlarına. Ne kadar da benzer
bir durumu yaşıyoruz. Bir zamanlar cumhuriyeti yerin dibine
batıranlar bugün çıkmışlar neler neler söylüyorlar duyuyor ve de
okuyoruz. Bütün bunlara şaşırmıyor muyuz? Elbette çok
şaşırıyoruz çok. Hani arada sırada kendilerini ne nedir ne
değildir konusunda anımsatanlar da yok değil. Birilerine yan
baktıktan sonra cumhuriyetle ve kazanımlarıyla ilgili konuları
da şu şekilde bir yaklaşımla noktalamak isteyenler var. Neymiş
efendim karşımızda cumhuriyeti ve kazanımlarını yok etmek
isteyenlere karşı asgari müştereklerde mücadele etmenin doğru
olduğunu saptayanlar birilerini “düzenin bekası ve selametine”
çağırıyorlarmış. Türkiye’de kapitalizm varmış. Bu yüzden de
düzenin solu olarak kendilerini konumlandıranlar gerçekleri
göremiyorlarmış. Solda da beka ve selameti sağlamaya çalışanlar
hiç eksik olmamışmış.
Kuramda sol sapma pratikte sağ sapma bir çizgiyi benimsemiş
olanların hep başvurdukları şeyler bunlar. Sanılıyor ki dinci
faşizme karşı mücadele etmek zorunda bile olsanız asgari
müşterekleri falan bir kenara bırakmak ve devrime gidecek yolda
yürümek gerekir. Sanki yürünen yolu şose görüyorlar mübarekler.
Sınıf mücadelesinin karmaşıklığını yeterince kavramamış
olanların sekterizme düşmeleri de kaçınılmaz oluyor. Eh tabiî ki
de bu arada düzenin solu olmayı bugün değil geçmişinde de çoktan
Kabul etmiş ve içselleştirmiş olanlar yok değil.
Ancak faşizme karşı mücadelenin yol ve yordamlarını ortaya
koyanları da aynı kefeye koyup asgari müştereklerde ya bize
düzenin pisliği bulaşırsa diye kendi dünyalarının saraylarında
devrim türküleri söyleyenler kendilerini de yeri geldiğinde
komünist görmekte çok zorlanacaklardır çok.