Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gülümsüyor

turgutkocak2009@hotmail.com

GENEL BAŞKANIMIZ TURGUT KOÇAK YOLDAŞIN YAZILARI

"HER GÜN"


KAYBEDİNCE

TURGUT KOÇAK (GENEL BAŞKAN)

30 EKİM 2017

Hemen hepimizde bu duygu şöyle ya da böyle vardır.

Kaybedinceye kadar bir şeyin kıymetini bilmeyiz. Hatta günlük, aylık aklımıza bile gelmez. Ama kaybettiğimiz zaman döşümüze öyle bir ağrı çöker ki ne etsek ne yapsak bu ağrıdan kurtulamayız.

Laiklik bizde ne kadar vardı ya da yoktu bu ayrı bir tartışmanın konusu ama yine de yaşamımızı şu ya da bu şekilde etkileyecek kadar vardı. Kimimize göre laiklik öylesine aşırılığa kaçmıştı ki muhteremler dini ibadetlerini bile yapamıyorlardı. Kimimize göre ise yetersizdi. Hiç öyle olmasaydı devlet kendi eliyle din devletine doğru gidecek kapıyı aralayacak olan bunca imam hatip okullarını açar mıydı?

Özetlersek laiklik konusunda sorunumuz olduğu kesindi.

Konu onca tartışıldı. Bu tartışmanın içine kendilerini bodoslama atan aydın geçineninden liberaline kadar pek çok kimse konuyu tartışadursunlar baktık gördük ki laikliğin yerinde yeller esiyor.

Sonra her yıl devlet erkanının, çeşitli kurum ve kuruluşlarının cumhuriyet kutlamalarını ve Anıtkabire yıllarca gidip tören sonrası hamasi demeçlerini ve cumhuriyet resepsiyonlarını dinledik, izledik. Sandık ki bu ülkede cumhuriyetin bunca sahibi varken bir gün gelir cumhuriyet buhar olup ortadan kaybolmaz. Sol ve sosyalist sol yıllarca cumhuriyeti ele alırken sahip çıkma ya da çıkmama sorununu Mustafa Suphi ve arkadaşları üzerinden ele alıp değerlendirdi ve de daha çok sahip çıkılmaması yönünde görüşler ağırlık kazandı. Bu gerçekler analiz edilirken sınıf pusulasının yerini ezberletilmiş kuram yerine bile koyamayacağımız görüş ve anlayışlar aldı. Doğal olarak cumhuriyet kim iktidardaysa onun çıkarları doğrultusunda yaşama damgasını vuracaktı vurmasına da işçi sınıfı ve geniş emekçi kesimler açısından hiç mi kazanımlar söz konusu değildi? İşte bu gerçek hepten gözden kaçırılıp bir yana itildi. Bu yüzden de terazimiz hep beğenme ve beğenmemeyi tarttı. Oysa ülkede neler oluyor, nasıl gelişmeler yaşıyorduk kimsenin umurunda bile değildi.

Böyle olunca cumhuriyetin kazanımları değişik sol ve sosyalist gruplara göre de değişikti. Bazılarımız bu işi bir tören derekesine indirger ve olaylara bu açıdan yaklaşırken bazılarımızın da yetersizlikleri hep de yok sayıp neyin ne olduğunu göremez olması bir kavram kargaşalığı yaşanmasının nedeniydi. Çünkü birinde zaten gerçeklerin görülmesi söz konusu değilken ikincisinde ise hiçbir eleştirel yaklaşıma ve gerçeklere gerek duymaksızın üstünü örtmek vardı.

Sorunu sol ve sosyalist sol gözüyle incelediğimizde yaşadığımız garipliklerin haddi hesabı yoktur. Bir zamanlar Büyük Ekim Devrimi için demediklerini bırakmayanlar; kapitalizmin gelişmediği bir ülkede devrimin olamayacağını, bu yüzden de Ekim Devrimi’nin Prematüre bir doğum olduğu eleştirisini getirenler şimdilerde Ekim Devrimi ile ilgili öyle felsefi derinlikler keşfettiler ki bunları izledikçe içiniz yanıyor. Aradan bunca geçen süre içinde bunların hangi delikte gizlendiklerini bilen var mıdır bilemiyorum ama gördüklerimiz bunlar.

İşte böyledir bu işler. Geçmişte Ekim Devrimi düşmanları bugünlerde sahneye fırlamışlar her fırsatta Ekim Devrimi’nin büyüklüğünden dem vurup duruyorlar. Bunlara pek çok soru sorulabilir ama buna da gerek yok.

Şimdi gelelim cumhuriyete ve kazanımlarına. Ne kadar da benzer bir durumu yaşıyoruz. Bir zamanlar cumhuriyeti yerin dibine batıranlar bugün çıkmışlar neler neler söylüyorlar duyuyor ve de okuyoruz. Bütün bunlara şaşırmıyor muyuz? Elbette çok şaşırıyoruz çok. Hani arada sırada kendilerini ne nedir ne değildir konusunda anımsatanlar da yok değil. Birilerine yan baktıktan sonra cumhuriyetle ve kazanımlarıyla ilgili konuları da şu şekilde bir yaklaşımla noktalamak isteyenler var. Neymiş efendim karşımızda cumhuriyeti ve kazanımlarını yok etmek isteyenlere karşı asgari müştereklerde mücadele etmenin doğru olduğunu saptayanlar birilerini “düzenin bekası ve selametine” çağırıyorlarmış. Türkiye’de kapitalizm varmış. Bu yüzden de düzenin solu olarak kendilerini konumlandıranlar gerçekleri göremiyorlarmış. Solda da beka ve selameti sağlamaya çalışanlar hiç eksik olmamışmış.

Kuramda sol sapma pratikte sağ sapma bir çizgiyi benimsemiş olanların hep başvurdukları şeyler bunlar. Sanılıyor ki dinci faşizme karşı mücadele etmek zorunda bile olsanız asgari müşterekleri falan bir kenara bırakmak ve devrime gidecek yolda yürümek gerekir. Sanki yürünen yolu şose görüyorlar mübarekler.

Sınıf mücadelesinin karmaşıklığını yeterince kavramamış olanların sekterizme düşmeleri de kaçınılmaz oluyor. Eh tabiî ki de bu arada düzenin solu olmayı bugün değil geçmişinde de çoktan Kabul etmiş ve içselleştirmiş olanlar yok değil.

Ancak faşizme karşı mücadelenin yol ve yordamlarını ortaya koyanları da aynı kefeye koyup asgari müştereklerde ya bize düzenin pisliği bulaşırsa diye kendi dünyalarının saraylarında devrim türküleri söyleyenler kendilerini de yeri geldiğinde komünist görmekte çok zorlanacaklardır çok.