Gerçek sosyalist yapıların iç
işleyişi demokratik merkeziyetçi kurallara göre idi. Örgüt
içinde hem demokrasi sonuna kadar işletilecek, hem de alınan
kararlara bütün parti üyeleri uyacak. Merkeziyetçi işleyiş biz
istesek de istemesek te faşist diktatörlüklerde daha ağır
basacak. 12 Eylül faşizminin ağır koşulları bizim gibi
partilerde böyle karşılanmaya çalışıldı. Doğal olarak öyle
zamanlar vardır ki tartışma ve herkesin düşüncesini örgüt içinde
açıklama koşulları olmayabilir. Böyle dönemlerde merkezi
kararlar ister istemez öne geçer, herkes de uymak zorundadır.
Yo, eğer zor koşullarda birileri tutturur merkezi kararlar da
neymiş biz bunları tartışmadık derse bu yaklaşımın temeli
çürüktür.
Çünkü böyle dönemlerde örgüt kendisini korumak zorundadır.
Demokrasi diye diye bir örgüt kendi ipini çekecek değildir.
Yalnız bu demek değildir ki artık örgüt içinde hiçbir şey
tartışılamaz, konuşulup karar altına alınamaz. Hemen her konu
koşulların elverdiği ölçüde konuşulur tartışılır ve karara
bağlanır. Sözünü ettiğim demokratik merkeziyetçiliğin dönem
dönem merkezi yanı dönem dönem de demokratik yanı ağır
basabilir.
Ancak mücadele ettiğimiz sermaye güçleri bizlerden çok daha
deneyimli, bizlerden çok daha kolu uzun olduğu gibi bizlerden
çok daha fazla da propaganda olanaklarına sahiptir. Özellikle de
sol ve sosyalist yapılar içinde kargaşa yaratmak için ileri
sürülen savların başında da demokrasi denilen sihirli sözcük
gelir. Dünyanın her tarafında sermaye güçleri demokrasi ile
oturur demokrasi ile kalkarlar. İleri kapitalist ülkelerde
işletilen burjuva demokrasisi öyle bir allanır pullanır ki adeta
her derde deva bir şeymiş gibi her kesime yönelik propagandası
yapılır.
Bu propaganda önce sosyalist olmayan tüm kesimleri sarar sonra
da ipin ucu burjuva demokrasisini ve sosyalist demokrasiyi
yeterince kavramamış sol çevrelere kadar uzanır. Nitekim Doğu
Avrupa ve Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin yıkılışı da, daha
çok demokrasi üzerinden gerçekleştirildi. Sol ve sosyalist
partilerin içine sızan sermaye güçlerinin sözcüleri sosyalist
yapılar içinde giderilmesi güç çatlaklar yarattılar. Yaratılan
bu çatlaklar daha sonra yıkıma vardı dayandı. Dolayısı ile
dünyanın bütün sol ve sosyalist partileri sözüm ona kendi
durumlarını gözden geçirmek adına sağa savrularak sistemin birer
aksesuarı haline geliverdiler.
Bizim ülkemizde de aynısı yaşandı. Örgütler kendi içinden çıkan
sol liberallerce adeta yaylım ateşine tutuldu. 1990'lara doğru
gelindiğinde artık ülkemizde birçok örgüt bu noktadaydı ve
direnç noktaları oluşturup liberallerin yarattığı yıkımı
durdurmak gerçekten de çok zorlaşmıştı. O güne kadar örgüt
içinde merkeziyetçiliği savunmuş ve uygulamış olanlar şimdi bu
görüşlerin tam tersini dile getirerek bir de biz bugüne kadar
sizlere söz hakkı vermedik, sizin iradeniz örgütün iradesine hiç
yansımadı sözleriyle kurnazca peşlerine bir kez daha mürit
kalabalığını takarak sağa savrulmaya hız kazandırıyorlardı.
Sosyalist Birlik Partisi (SBP), Birleşik Sosyalist Parti (BSP)
ve nihayet Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) bu anlayışla
kurulmuşlar, sol ve sosyalist yapılar üzerinde yıkım görevlerini
tamamladıktan sonra da ortadan sıvışıp kaybolmuşlardı. Bir başka
deyişle görevlerini yerine getirmişlerdi de denilebilir. Şimdi
bu yapıların yerinde ÖDP hariç yeller esiyor. ÖDP'ye çekilen
operasyonları da hemen bilmeyenimiz yoktur.
Özetle söylemek gerekirse sermaye güçlerinin yoğun çabaları
sonucu Türkiye Sosyalist Hareketi bir kez daha dışarıdan
operasyona uğramış ve diyebiliriz ki beli de kırılmıştır. O
yıkım günlerini anımsıyorum da ortalıkta demokrasi çikletini
şişirip şişirip patlatan az insan yoktu. Bunlar örgütü, örgüt
yöneticilerini öyle bir eleştiriyorlardı ki sanırsınız bunlar
kırbaç altından kurtulmuşlar da şimdi kendilerine yapılanların
öcünü almaktalar.
Ancak bu kez işin içindekilerin çoğu örgütün üst
yöneticileriydi. Onlarda bu koroya katılmışlar birilerine
veryansın ediyorlardı ya, bu veryansın edilenler kimlerdi belli
değildi. Çünkü yöneticilerin hemen hepsi artık sağ bir çizgiyi
örgütün ideolojik çizgisi olarak savunuyorlar ve demokrasi
türküsü söyleyenlerin de başında geliyorlardı
Şimdi bunların çoğu ya ortalıktan kaybolup gitti ya da bazıları
daha operasyonal yapılarda yer alıp sola ve sosyalistlere karşı
salvolarına devam ediyorlar.
Şimdiler de en dikkati çeken olgu ise hemen herkesin tek başına
bir örgüt, bir güç gibi hareket etme halleridir. Bunların
imdadına internet yetişti. Bütün mermilerine de internet
ortamından toplamışlar, sağa sola mermilerini boşaltıp
duruyorlar. Hırsızları zaten anladık. Onlara fazladan hırsız
demek şimdilerde pek prim yapmıyor ya, onlar da hemen her gün
yeni hırsızlar icat ediyorlar. İsmi lazım değil biri çıkmış,
Şişli Belediyesi'nde öldürülen Şişli Belediyesi İmardan Sorumlu
Başkan Yardımcısı Cemil Candaş’ın öldürülmesi ile ilgili Kemal
Kılıçdaroğlu'nun 300 bin lira aldığını iddia edecek kadar ileri
gidiyor. Herkes her konuda uzman kesilmiş, şunu biliyoruz da
bunu bilmiyoruz demiyorlar düşünce üstüne düşünce açıklıyorlar.
Bu gibilere trol diyeceğim de değil, bunların içinde yalnız kurt
olamayacak kadar aciz çok insan var. O zaman bu gibiler acaba
niye böylesi suçlamaları yapar dururlar anlaşılır gibi değil.
Bunun bir tek nedeni var. Ülkede yargı yargı görevini yapmıyor.
ADALETSİZLİK duygusu öyle kanıksanmış ki herkes birbirinin
üzerine çamur atarak bir denge kurmaya çalışıyor. Hani bu
gibilere bakınca ülkede satılık olmayan, hırsız olmayan,
alavereci dalavereci olmayan tek insan bulamazsınız. Acaba bu
gibiler insanoğluna kurtuluşun yok ne yapsan ne etsen ip boynuna
geçirilmiş sandalyeyi de nasıl olsa ayaklarının altından
çekecekler demeye getirip umutsuzluğu mu körüklüyorlar böyleleri
dersiniz?
Be kardeşim ne zırvalayıp duruyorsun?
Varsa sende bir maden çık ortaya kendini kanıtla ve senin gibi
düşünenlerle bir güzellik yaratma çabasına gir.
Yok, eğer yoksa sende bir maden; gün yüzüne çıkma daha iyi. Var
toprak altında kal ki günü geldiğinde bir işe belki yararsın
değil mi ya?