Öyle bir ülke haline geldik ki
iktidara kimsenin inandığı yok. Çünkü AKP iktidarı işbaşına
geldiği günden bu yana uyguladığı vurgun politikasıyla hep ama
hep yandaşlarını ihya etti. Büyük büyük kentlerimiz başta olmak
üzere ne sit alanı gözetildi ne de yeşil alan. Buralar ranta
açılarak birilerine peşkeş çekildi. Kıyılarımız yine öyle. Bir
de bakmışsınız ki en olmayacak yerlerde villalar yapılmış,
AKP'nin hatırlıları cennet koyları aralarında paylaşıvermişler.
Bunların içinde en tepedeki kişilerden yönetimin çeşitle
kademelerinde yer alan insanlara kadar pek çok kimse var.
Yeşil alanlar pırasa doğranır gibi doğranarak yapılaşmaya
açıldığı gibi en olmayacak yerlerde de bir başka deyişle
ülkemizin cennet köşelerinde maden aramalarına izin verildi.
Taşocağı açılması yasalarla engellenmiş en gözde köşelerimiz bir
de bakmışsınız ki kel dağlara çevrilmiş. O bölgenin doğal bitki
örtüsü toz ve duman içinde yok olmakla karşı karşıya kalmış.
Gerçek şu ki bu tür vurgunlar geçmiş bütün sağ iktidarlar
zamanında da oluyordu ama bu konuda hiçbir iktidar AKP ve saray
iktidarının eline su bile dökemez.
Olmaz ya diyelim ki AKP iktidarı bir yasa çıkarsa bu yasa da
gerçekten kıyılarımızın, ormanlarımızın, meralarımızın
korunmasını içerse kimsenin inanacağı yok. Yok, çünkü AKP ve
saray iktidarı bu konuda tescillenmiş bir kez. Bu iktidarın
yalancı çoban iktidarı olduğuna inanan hatta bu iktidara oy
verenler de içinde o kadar çok insan var ki şaşar kalırsınız.
İnsanların gözünde iktidar yalancı çoban olmuş bir kez. Üstelik
de iktidar bugüne kadar bu konuda kimseyi şaşırtmış değildir.
Dün Kütahya'nın İnköy Mahallesi'nde köylüler çapaları,
kürekleri, dirgenleri, sopaları, yabalarıyla adeta bir ayaklanma
halindeydiler. 300 kadın Eskişehir-Kütahya yoluna inerek yolu 1
saatten fazla bir süre kapattılar. Köylü kadınlar eylemleri
sırasında oraya hayvanlarını da getirerek rahatsızlıklarını dile
getirdiler. Konuyu tam olarak incelemediğim için yeterince
bilmiyorum ama köylüler arazilerine açık hava müzesi yapılmasını
istemiyorlarmış. Bilemem, belki de böyle bir açık hava müzesi
anlamlı olacaktır, yalnız kimse bu iktidarın olumlu bir şey
yapacağına inanmadığı, üstelik de arazilerinin böylece
ellerinden alınacağını ve buralarda hayvanlarını
otlatamayacaklarını düşündükleri için köylüler yollara
dökülmüşler. Bu yüzden de geçim kaynaklarını tamamen
yitireceklerini düşünen köylüler kalkıp haklı olarak tepki
koymuşlar.
Ama ortada bizi de düşündüren bir şey var. AKP iktidarı şimdiye
dek Sit ve açık hava müzesi olacak yerlerin talanına kapı
aralamış bir iktidardır. Acaba diyoruz ne olmuştur da İnköy
Mahallesi'nde bu kez tersini yaparak açık hava müzesi yapmaya
kalkışmaktadır. İşte bize de iktidarın bu tutumunun arkasında
bir cinlik olduğu izlenimi veriyor. Zaten Büyükşehir Yasası ile
birlikte ülkenin her tarafı, arazileri, dağları, taşları,
suları, nehirleri tehdit altına girmiştir. Bu yüzden de
ülkemizin her köşesinde benzer vurgun ve talan işlemleri
gerçekleşmekte olduğu için ve de müze konusunda AKP iktidarının
içtenliğine kimse inanmadığından insanların varlıklarına sahip
çıkmaktan başka yapacakları hiçbir şey kalmamıştır. Dolayısıyla
İnköy'deki kadınların eylemini de bu çerçevede değerlendirmek
gerektiğini düşünüyorum.
Değerli dostlar; bugün ülkemizin büyük Şairi Nazım Hikmet'i 3
Haziran 1963 yılında yitirdik. Bu nedenle bugün partimizde
Nazım'la ilgili bir anmamız var. O Nazım Hikmet ki bu ülkenin
insanını iyi tanıyan biriydi. İyi tanıyan biriydi çünkü bu
ülkenin pek çok mapusanelerinde yattı. Mapusanede o kadar çok
insan tanıdı ki oradan biriktirdiği bilgilerle 'MEMLEKETİMDEN
İNSAN MANZARALARI' kitabını yazdı. Onun Türk köylüsü ile ilgili
bilgilerinin kaynağı da elbette ki mapusanelerdi. Nazım
Hikmet'in yazdığı 'Türk Köylüsü' şiiri de böyle bir şiirdir ama
Kütahya'nın İnköy kadınlarını da köylü olarak çok iyi
anlatmaktadır.
TÜRK KÖYLÜSÜ
Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad'dır
Kerem'dir
ve Keloğlan'dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, «Yûnusû biçâredir
baştan ayağa yâredir,»
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeye görsün önlerine
ve bir kerre vakterişip :
«-Gayrık yeter!...»
demesinler.
Ve bir kerre dediler mi :
«İsrafil sürunu urur
mahlukat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«Dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa...»
Nazım Hikmet
Gördüğünüz gibi ülkemizin hemen her konuda başı beladadır. Bu
belaların hemen neredeyse tamamı da başımıza düşman tarafından
açılmış değildir. Vurgunun ve talanın savunucuları gün gelmiş ne
ülke tanımışlardır ne de bu ülkenin yanık bağırlı insanlarını.
Agızlarına vurmuşlar lokmalarını ellerinden almışlardır. Vatanın
savunulmasına gelince vatan herkesin olmuştur fakat iş vatanın
nimetlerinden yararlanmaya gelince milyonlarımız insan yerine
bile konmamış, itilip kakılmıştır. Bu yüzden de yine büyük
şairimiz Nazım Hikmet'in Mehmetçiğimize atfen yazdığı şiirde
olduğu gibi ülkenin yiğit evlatları on beş sentlik askerdir. Ve
ülkemizin muktedirleri ülkemizin evlatlarını bu derekeye
indirirken de ülkenin yararını değil, kendi yararlarını
gözetmişlerdir.
Yazacak çok şey var aslında. Kendi evlatlarına karşı pusu
kuracak kadar işi şirazesinden çıkaranlar, bugün topluma sadece
ve sadece hamasi sözler söylemenin ötesine gidememektedirler.
Dün İçişleri Bakanı'nın asmak kesmek kültürü ile soslanmış
sözleri ne üzüntü vericidir ki sorunu çözmediği gibi tersine
daha da yarayı derinleştirmektedir. Sonra Sayın Erdoğan
torununun diploma töreninde konuşmuş ya; o da bütün
dertlerimizin nedenini çözmüş. Olup biten olumsuzlukları
dinimizi yeterince iyi bilmediğimize bağlayarak kesip atmış
yaşadığımız olumsuzlukların nedenini. "Dinimize sahip çıktıkça
sıkıntımız azalacak" diyen bir cumhurbaşkanımız vardır. Oysa
bunların iktidarı döneminde hangi şey sözüm ona dine sahip
çıkmanın dışında yapılmıştır da sorunlarımız sahip çıkılmadığı
için artmıştır tespiti yapılabilmektedir?
Bir tek gerçek vardı o da bilimdir. Bilimin ve aklın yolundan
gitmeyenlerin kendi sonları da hükmettiklerinin sonları da
bilinmeli ki düş kırıklığıdır, bozgundur.
Bugünlük bizden bu kadar, sanırız yeterlidir.