Sovyetlerin ve Dünya Sosyalist
Sistemi'nin yıkılışı ile birlikte genel bir saldırıya geçen
kapitalist/emperyalist sistemin ideologları dünyanın sonunun
geldiğini ilan ederek 'Yeni Dünya Düzeni' adı altında savunarak
kapitalist/emperyalist dünyanın refah ve gelişmişlik düzeyinin
aynısının bütün dünyada da yaşam bulacağını savundular.
Küreselleşme adı altında savunulan bu görüşe göre sermaye
dünyanın her tarafında engelsiz dolaşıp yatırımlar yapacak
böylece de en geri toplumlar bile ileri kapitalist ülkelerin
refah düzeyini yakalamak için büyük bir fırsatı ele geçirmiş
olacaklardı. Bu yeni liberal görüşler bizim ülkemizde de bazı
aydınlar arasında yaygın bir oranda yandaş buldu. Hatta bir
dönemin kelli felli sosyalistleri bile yazdıkları yazılarda bu
konuya değindiler ve yığınlar ağır bir öğretisel bombardımana
tutuldu.
Artık öyleydi ki hiçbir zaman ideologluğa soyunmamış olan sol ve
sosyalist yapılarda yer alan sıradan sempatizan ve üye
konumundaki kimselerin bile ağzından bu doğrultuda ileri sürülen
düşünceler düşmüyor, sosyalizmde kararlı bir duruş sergileyenler
ise 'Dinozorlukla' suçlanarak yığınların gözünde saygınlıkları
ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu. Soldan çıkma bazı kendini
bilmezler işi öyle ileri götürmüşlerdi ki gerçek sosyalistlere
burjuvazinin gazete, dergi ve televizyonlarından cahil numarası
çekecek denli ileri giderek sahiplerinin sesiyle havlamayı bir
marifet belleyip doludizgin yollarına devam ediyorlardı.
Bu çevrelerin ileri sürdükleri görüşlerin hemen hiçbiri
gerçekleşmedi, aksine kapitalist/emperyalist sistemi
dizginleyecek ne Sovyetler Birliği ne de Sosyalist Sistem
olmadığı için emperyalizm daha da azgınlaşmış, kendi nüfuz
alanlarını genişletmek için her yol mubah diyerek harekete
geçiyor ve dünyanın dört köşesinde sıcak çatışmaların giderek
arttığı bir ortama girilmiş oluyordu. Artık ABD'yi kimse
tutamazdı. Dünyanın geniş bir coğrafyasını istikrarsızlaştırmak
için ABD tarafından kurulup beslenen terör örgütlerinin
düğmelerine basılıyor, yaratılan ortam bahane edilerek ABD'nin
müdahalesine zemin hazırlanıyordu. Bu terör örgütlerinin hiç
kuşku yok ki neredeyse tamamının ortaya çıkış merkezi ise Kuzey
Afrika'dan Çin Seddi'ne kadar uzanan bir coğrafyaydı. Bu
coğrafyada yaşayan halkların çoğu da Müslüman kimlikliydi.
ABD'nin bu bölgelerde hatırı sayılır bir deneyimi söz konusuydu.
Bilindiği gibi komünizme karşı oluşturulan 'Yeşil Kuşak'
projesinin eylemli silahlı örgütleri de buralardan
devşirilmişti.
Kapitalist/Emperyalist sistemin propaganda olarak ileri sürüp
yığınları körkütük halde istediği gibi yönlendirmek ve yönetmek
için Sovyetler Birliği ve Sosyalist Sistem yıkılması nedeniyle
düşman olarak göstermesi gereken bir güçte kalmadığından, bir
zamanlar tepe tepe kullanılan İslami kılıklı terör örgütlerinin
ipi çekildi ve bir bahane ile birlikte bu güçler düşman ilan
ediliverdi. Artık kapitalist/emperyalist dünyanın yurttaşlarının
korkması gereken bir düşman ortada duruyordu. Bu yönde bahaneler
arttırıldı ve Bugün Kuzey Afrika'dan Çin Seddi'ne kadar
yaşanılan sıcak çatışma ve savaşlar dünyanın gözünün içine
bakıla bakıla yaşama geçirildi. Ülkeler işgal edilip yönetimler
devrildi. Şu an Suriye'de yaşanılan kanlı çatışmaların senaryosu
başlangıçta 'YENİ Dünya Düzeni' diye dile getirilen anlayışla
yazıldı ve kanlı bir şekilde yazılan senaryo oynatılmaktadır.
Elbette kapitalist/emperyalist sistemin bütün bu öğretisel ve
eylemsel saldırısı sonucunda taşlar yerinde büyük ölçüde
oynatıldı. Sol siyasal yapılar bu saldırı karşısında
direnemeyerek ya ideolojik olarak sosyalizmden büyük ölçüde
uzaklaştılar ya da sosyalizme duyulan gereksinim ve güven
bazılarının gündeminden çıktığı için örgüt yapılarının içi bu
saldırıyı işlevsiz kılacak bir mücadele sergilenmediğinden
örgütler büyük güç kaybına uğradılar. İşçiler ve emekçiler çok
yönlü olarak saldırı altında oldukları, onların emek örgütleri
konumundaki sendikaların sınıf ve kitle sendikacılığından
uzaklaşmaları nedeniyle işçilerin emeğinden gelen gücü
mücadeleye ya hiç yansıtılmadı ya da devede kulak bir etki gücü
ile yansıtıldığı için patronlara gün doğmuş oldu. Dünyada ve
ülkemizde esen rüzgâr bu yönde olduğu için sosyalist partilerde
eşyanın doğası gereği gelişmelerden paylarına düşeni aldılar ve
bugünkü umut vermeyen cephe gerisine kadar çekilmek zorunda
kaldılar.
Artık ülkemizde sağın seçeneği yine sağ safsatasını savunanların
sesi daha da yüksekten çıkar oldu. Böylesine acı bir tablo
kaçınılmaz olarak Türkiye'yi AKP iktidarı ile karşı karşıya
getirdi. AKP iktidarı da yukarıda dile getirdiğimiz ortamın
doğurduğu sonuçlar nedeniyle 15 yıldır iktidarda bulunmaktadır.
Üstelik de bu iktidarın son geldiği çizgi tek kişinin
diktatörlüğünü yaşama geçirmek için telafisi zor adımlar attığı
günleri yaşamaktayız.
1 Mayıs'ın işçilerin ve emekçilerin Birlik Dayanışma ve Mücadele
Günü olmasının tarihsel alt yapısı vardır. Devamında da haklı
olarak işçi sınıfı başta olmak üzere geniş emekçi yığınlar
kapitalizme karşı vermiş oldukları mücadelede çok büyük
zaferlere imza atmışlardır. Bu yüzden her yıl coşkuyla
kutlanması ister istemez dünyada ve ülkemizde mücadele
kararlılığını daha da güçlendirmekteydi. Gelinen noktaya
baktığımız zaman ise hem dünyada hem de ülkemizde üzülerek
söylemek gerekirse neredeyse alışılmışı yinelediğimiz bir kısır
döngüye dönüşmüştür.
Solda yer alan toplumsal güçlerin bileşenlerinden biri olarak
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olup bitenlerin geniş bir
analizini yaptı. Dinci, gerici, faşist ve tarikatçı güçlerin
iktidar olarak bundan böyle başımıza getireceği daha büyük
felaketleri bertaraf edip AKP iktidarını püskürtmeden ve emek
güçlerine yeni yeni mevziler kazandırılıp bir sıçrama olanağı
yakalamadan 1 Mayıs'ın da ruhuna uygun kutlanılamayacağı
sonucuna varmıştır.
Bu demek değildir ki alanlardan çekilmeyi öneriyoruz.
Tam tersine alanlara çıkarak ama kalıcı ve etkili sosyalist bir
mücadeleyi de örgütleyerek kutlamayı hak edeceğimize inanıyoruz.
Edeceğiz de…