Yatıyoruz, kalkıyoruz Avrupa'yı
konuşuyoruz. Hollanda şunu demiş, Almanya konuşmamıza izin
vermemiş, Danimarka gelmeyin bizim ülkemize diyerek sesini
duyurmuş. Vay siz misiniz bunu diyen; Recep Tayyip Erdoğan
meydanlarda durmadan verip veriştiriyor bu ülkelere. Oysa bizzat
kendi başbakanlığı döneminde yabancı ülkelerde seçim
propagandası yapılamayacağına dair yasa çıkartılmış. Konu iç
politikada malzeme haline getirildi. Padişahlık anayasasının
geçirilmesi için yığınlara gaz verildikçe veriliyor. Vay sen
benim bakanıma nasıl izin vermezsinden başlayıp faşist ve nazi
suçlamaları arka arkaya sıralanıyor. Yok, ben Almanya'ya
gelirim, eğer beni içeri almazsanız bütün dünyayı ayağa
kaldırırım cinsinden palavralar sıkılıyor.
Peki, bu yönde doludizgin politika yapılırken olanlar ne yönde?
Hollanda kararlı bir şekilde aldığı kararların arkasında
duruyor. Bir bakan polis eşliğinde ülkeden çıkarılıyor,
Dışişleriyle alakası olmayan Dışişleri Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu'nun uçağına da izin verilmiyor. Arkasından diğer
Avrupa ülkeleri de bu ülkeleri izleyerek arka arkaya açıklamalar
yapıyor. Attıkları adımın ayırdında bile olmayan AKP ve saray
iktidarı ise bildiğimiz hamaset dolu sözlerine hız kesmeden
devam etmekle kalmıyor, bir de sözü geçen ülkelerin
temsilciliklerinin önüne taraftarlarını yığarak olmadık
yöntemlere başvuruyor. Örneğin Hollanda temsilciliğinin
bayarağının indirilmesi gibi.
Kimseye bu tür konularda ne yapmaları gerektiğini öğretmek bizim
derdimiz değil ama hiç değil dünyadan bir haber olan AKP ve
saray iktidarı CHP'nin Eski Genel Başkanı Deniz Baykal'ın
uyarılarına kulak vermelidir. Deniz Baykal'ın konuşması böylesi
durumlarda nasıl bir tutum alınması gerektiğini açık seçik
anlatmaktadır. Herhangi bir ülke; sizin ülklerine gelmenizi
istemiyorsa gitmezsiniz olur biter. Bu konuda efelenip durmanın
hiç ama hiçbir yararı da yoktur gereği de. Türkiye'nin onca
yıllık diplomatik tecrübelerinden yararlanmak isteyen bir
iktidar isterse yararlanır ve de bu işi daha da kötü bir mecraya
taşımadan sorunu çözer.
Ancak AKP ve saray iktidarının böyle bir isteği yoktur. Yoktur,
çünkü onlar için şu an yaratılan ve Türkiye için çok büyük
sorunlar ortaya çıkaracak olan bu gelişmeler çok da önemli
değildir. Onlar anayasa için yapılacak olan 'EVET' e
kitlendikleri için burunlarının ucunu bile göremez
konumdadırlar.
Evet, Avrupa'da milliyetçi dalganın artmakta olduğunu kimse
görmezlikten gelemez. Bu bağlamda da Avrupa ülkeleri kendi
kamuoylarının milliyetçi zihniyetine şirin gözükmek yerine
düşünce ve söz özgürlüğünü dikkate alarak davranmalıdır tamam
da; bütün bu yaşananların bir tarafı olan AKP ve saray iktidarı
kendi içimizde kime söz hakkı ve de özgürlük alanı bırakmıştır
ki çıkıp başkalarını eleştireceğine ya önce kendisine bakmalı
değil midir? Bir muhalefet liderine; "seninle neyi konuşacağız
ya" diyen Recep Tayyip Erdoğan'ın söylediklerini kim inandırıcı
bulabilir acaba söyler misiniz? Hem 'HAYIR' çalışması
yürütenlere onca baskı yöntemleri uygulayacak, onların
toplantılarını yapamamaları için kendilerine salon verilmesini
bile engelleyeceksiniz, sonra da çıkıp "eyy Avrupa" diyerek
sesinizi yükseltip denetimsiz bir sürü söz söyleyerek Türkiye'yi
daha da zor durumlara düşüreceksiniz hiç bunun anlaşılır yanı
var mıdır?
'HAYIR'cıları polis marifeti ile yerlerde sürükleyip, gözaltı
yapacak, polis köpeklerine ısırtacaksınız, bütün bu gerçekler
hava civaymış gibi davranarak mağduriyetten beslenmek için krizi
daha da bir körüklemeye kalkacak ve de kazançlı çıkacağınızı
düşüneceksiniz öyle mi?
16 Nisan gelir geçer. Peki, tam da bu tarihlerden sonra başlayan
turizm mevsimi nedeniyle ülkemize Avrupa'dan hiç turist
gelmeyeceğini düşünürseniz bu sektörde neler yaşanır, ülkemizin
kaybı nedir niye hesap edilmez. Bütün dış satımımızın %50'sini
Avrupa ülkelerine yaptığımıza göre keza dış alımımız da öyle
yaşanan ve de iktidar eliyle daha da derinleştirilmek istenen bu
kriz sonucunda ülkemizin hali ne duruma düşer; hiç düşünülmüş
müdür?
Birilerine bütün yetkileri vereceğiz diye bu ülke bu ağırlığı
kaldıramaz. Daha da önemlisi ortaya çıkacak olan bütün ekonomik
ve sosyal sorunların yükü yine çalışan ve de emeği ile yaşamını
sürdüren yurttaşlarımızın sırtına yıkılacağına göre; bizler
niçin bu iktidarın içte ve dışta sürdürdüğü gerilimli
politikalara onay verelim? Bizler niye tepemizde padişah
yetkileriyle donatılmış birinin kılıcının tepemizde sallanıp
durmasına geçit verip bu çevrelere fırsat verelim?
Sonuç olarak AKP ve saray iktidarı her karmaşadan çıkarına
sonuçlar çıkarmaya çalışmakta olup bilinçli bir şekilde
karmaşaya kapı aralamaktadır. Karmaşanın sonucunda ülkemiz akıl
almaz şeylerle karşılaşacakmış, ülkemizin geniş emekçi yığınları
yeni yeni olmadık sorunların yükünü yüklenecekmiş bunların derdi
bile değildir. İşte bütün bu yaşadıklarımızı göz önünde
bulundurarak sandığa gitmeli ve 'HAYIR' demeliyiz. 'HAYIR'
demeliyiz ki padişah heveslilerinin ve de Esenyurt Belediye
Başkanı'nın kafasında olanların hevesleri kursaklarında kalsın.
34 gün içinde çok şey olabilir. 34 gün içinde 'HAYIR' oylarını
görülmemiş bir şekilde ikiye bile katlamamızın olanağı vardır.
Vardır, çünkü padişahlık heveslilerinin karşısında Cumhuriyetten
yana olanların yenilebileceğini kimse aklının ucundan bile
geçirmemelidir.
Geçirmeye kalkarsa da karşılığını alıp oturmalıdır yerine…