
.jpg)
turgutkocak2009@hotmail.com
GENEL BAŞKANIMIZ TURGUT KOÇAK YOLDAŞIN YAZILARI
"HER GÜN "
12 MART FAŞİZMİ
TURGUT KOÇAK (GENEL BAŞKANI)
12 MART 2016
Ne zaman sermaye iktidarları tıkanmış ve
kitleleri yönetemez hale gelmiştir, faşist diktatörlüğe başvurmuştur. 12
Mart 1971 öncesinde de öyle oldu. Adalet Partisi iktidarı köylülerin,
işçilerin, memurların, küçük esnafın istemlerini yerine getirmek şöyle
dursun aksine bu sözünü ettiğimiz geniş halk yığınlarına her anlamda kan
kusturmuştur. Tam da bu dönemde devrimci mücadele yükselişe geçmiş,
iktidarlarının tehlikede olduğunu gören egemen güçler ise hemen harekete
geçerek karşı tedbirler almaktan başlayarak devrimci güçleri tasfiye etmek
için her yola başvurmuştur.
Adalet Partisi'nin kitlelere dayanarak faşist bir diktatörlük
oluşturmasının olanağı olmadığı için sermaye güçleri de darbe yoluyla
faşist diktatörlüğe geçişin önünü açmıştır. 12 Eylül 1971 Askeri darbesi
tam da bunun için gerçekleştirilmiştir. Nitekim gerçekleştirildiği andan
başlanılarak devrimcilere yönelik çok geniş baskı ve yok etme girişimleri
peşinden gelmiştir. Artık sonrası işçilere, emekçilere üniversite
öğrencilerine, aydınlara karşı tam anlamıyla bir cadı avı başlatılmış ve
binlerce devrimci işkencelerden geçirilip cezaevlerine atılmışlardır.
Sonrasında Sinan Cemgil ve arkadaşları katledilmiş, Mahir Çayan ve
arkadaşları Kızıldere'de yok edilmişler, İbrahim Kaypakkaya işkencede can
vermiş, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan idam edilmişlerdir.
Ancak 12 Eylül faşist dönemi devrimcileri yıldırmaya yetmemiş, daha
yetmişli yıların başından itibaren devrimci mücadele yeniden güç kazanıp
yükselişe geçmiştir. Partimiz Türkiye Sosyalist İşçi Partisi bu yükselişin
sonucu olarak 15-16 Haziran 1974 tarihinde kurulmuştur. 1970'li yılların
başından başlayarak 1980 12 Eylül'üne kadar devrimci yükseliş devam etmiş,
İktidarda olan Adalet Partisi zaman zaman iktidardan uzaklaşmış zaman
zaman da Milliyetçi Cepheler kurarak yeniden iktidarını devam ettirmiştir.
Milliyetçi Cephede yer alan MHP ve MSB birisi milliyetçilik temelinde
diğeri de din temelinde politikalarını yoğunlaştırmışlar sokaklar kan
gölüne dönmüştür. İşte tam da bu durumda Apenin Genel Başkanı Başbakan
milliyetçilere sahip çıkarak "Bana milliyetçiler adam öldürdü
dedirtemezsiniz" diyerek sağ politikanın dümenini iyice sağa kırarak
siyasi gericiliği üst noktalarına kadar tırmandırmıştır.
Bu kez 12 Mart 1971 faşist darbesinin aksine MHP ve MSB bir ölçüde de
Apenin faşizmden yana geniş hatırı sayılacak bir tabanı olsa da yine kitle
gücüne dayanılarak faşist diktatörlüğe gidilememiş, sermaye güçlerinin
isteği bir kez daha ordu eliyle 12 Eylül 1980 günü darbe yapılarak
gerçekleştirilmiştir. Artık bundan böyle gün sermaye güçlerinin günüdür.
Çünkü sermayenin sözcülerinden Halit Narin; "Bugüne kadar bizim anamız
ağladı, bundan sonra da işçilerin anası ağlasın" diyerek 12 Eylül 1980
darbesinin açıldığı kapıyı net bir şekilde anlatmıştır.
Burada 12 Eylül 1980 darbesinin nelere yol açtığını anlatarak zamanınızı
almak istemiyorum. Çünkü bu konuda halkımızın epey bilgi ve birikimi
olduğunu düşünüyorum.
Sonuçta Türkiye'nin sorunları bitecek gibi olmadığı için o günden bugüne
kadar iktidar olan bütün siyasi partiler ve bu siyasi partilerin
yöneticileri doğal olarak Türkiye'nin sorunlarını çözecek konumda
değillerdi. Bu yüzden de Türkiye'nin sorunları o günden bugüne ağırlaşarak
arttı. Hem bu kez uluslararası sermaye güçleri çok daha operasyonel
durumdaydı ve öyle bir operasyon gerçekleştirildi ki, bu operasyonun
sonucu Ecevit'in partisi ikiye bölündü, Ecevit erken seçime gitmek zorunda
kaldı. Erbakan'ın dizi dibinden kaldırılanlarla bugünkü AKP kuruldu. AKP
kurulmasının sonrasında ilk seçimde TBMM'de ezici bir çoğunlukla iktidar
oldu. Tasfiye edilen merkez sağ AKP içinde yerini aldı. Bütün tarikatlar
AKP içindeydi ve de güçleri oranında da iktidarın her türlü olanaklarından
yararlandılar.
14 yıllık öyküyü kısa kesmekte yarar var. Dinci AKP katıksız sermaye
güçlerinin çıkarına bir iktidardı ve iktidarında sonuna kadar sermaye
güçlerini gözetti. Ancak bu gözetme bazılarını daha çok, bazılarını daha
az, bazılarını ise tasfiyeye yönelik devam etti. Bu arada da uluslararası
sermaye güçlerinin hiçbir çıkarına dokunulmadı, aksine onlara her türlü
olanak sağlanarak vurgunlarına izin verildi bankaların ve devletin
kurumlarının çoğu bunların eline geçti. İşçiler, emekçiler, memurlar,
köylüler ve küçük esnafsa adam yerine bile konulmadığı gibi onlara yaşam
cehennem edildi. Adım adım her türlü demokratik hak ve özgürlükler yok
edildi, baskı ve şiddet AKP iktidarının siyaseten uyguladığı olmazsa
olmazı haline geldi.
Geldik bugüne.
Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidarın hukuk mukuk taktığı yok.
Dün, 1500 koruma ile küçük bir kentimiz olan Burdur'a toplu açılışlar için
(neyin toplu açılışı ise) Recep Tayyip Erdoğan oraya gitti. Kentte
sıkıyönetim ilan edildi desek abartmış olmayız. Açılışta yaptığı konuşmada
ise yine AYM'yi hedef alıp topa tuttuğu gibi kararlarını tanımadığını,
uymayacağını söyledi ve AYM'nin üyelerini de hedef alan sözler etti. Ana
muhalefet Partisi CHP'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na da verdi
veriştirdi. HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıkları ile ilgili de
sanki kendileri her şeyin dışındalarmış gibi bir kağnı söz edip
tehditlerde bulundu.
Kısacası bir faşist diktatörlükten söz etmememiz için bir neden de kalmadı
diyebiliriz. Peki, buraya gelişimiz 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbesinden
farklı olarak nasıl oldu? Yukarıda da belirttiğimiz gibi her iki darbe de
ordu tarafından gerçekleştirildi ve kitle gücüne dayanmıyordu. AKP
iktidarının döneminde bir darbede olmadığına göre olan nedir? Olan buradan
açıkça ilan ediyoruz sivil faşist darbedir. AKP'nin bu darbe için kitle
desteği var mı diye soruyorsanız geçmişte Adalet Partisi'nin aksine tam
olarak olmasa da vardır diyebiliriz. Ama bu kitle desteği de yeterli
değildir, yeterli olmadığı için de AKP'nin yol süresi bu yüzden bayağı
uzun sürmüştür.
Olur mu, AKP iktidarının faşist diktatörlüğü uzun sürer mi diye
soruyorsanız, yanıtını verelim:
Bütün faşist diktatörlükler gibi AKP ve Recep Tayyip Erdoğan faşist
diktatörlüğnün de süresi birçoklarının sandığının aksine uzun sürmeyecek
ve yıkılıp gideceklerdir.
Bu yüzden de 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 faşist darbelerinin ülkemiz
halkına öğrettiği çok ama çok şey vardır, bu gerçek de hiçbir zaman
akıldan çıkarılmamalıdır.
TURGUT KOÇAK YOLDAŞIN "HER GÜN" BAŞLIKLI ÖNCEKİ YAZILARI
ANA SAYFA |